Dünden yarına baktığımız bir vakit kim derdi ki yaş almanın gelecekte tüm ulusal veya uluslararası anlamda devlet ricalini derinden düşündüren bir önem taşıyacağını..(!)

Geçmişte var olan düzeyli kültür gereği yaş alma günleri diye bu zamanın kapitalist dayatması olan şaşalı kutladığımız günlerimiz yoktu. Zamanla evrilen kapitalist kültür gereği satış panoramasının birçok sektörel düzlemi etkileyerek ağlanacak halimize gülerken kutlar olmuşuz.(!)
Her canlı mutlak sonuca doğarak,büyür ve işte yaşlanarak beklenen sona gider.
Gider de burada yaşlanma olgusunun ara dönem olarak sağlık,sıhhat,huzur içinde evi gibi güvenlikli geçmesi sosyal devlet ilkesidir.Bu yüzden kapitalist düzen ihtiyarlaşmayı o kadar da sevmez.!!!
Neden mi?

Tüm zamanların gelmiş geçmiş teknolojik gelişimlerini tamamlaması ve dolayısı ile hastalıkların dahi tedavi aşamalarının birer birer bulunarak yaşam standartlarının artması yani ömrün uzaması ve doğum oranlarının düşmesi ile nüfustaki yaşlılık giderek artmaktadır.
Ve bu ileri istatistik olgusu ile hesaplandığı vakit 2040-2050 yıllarında iki milyar civarı olması beklenen ihtiyar nüfusun sorunları her devletin kucağına oturmuş durumdadır.(!)
Yaşlı bakımı, emekli maaşları, sağlık giderleri gibi harcamaları azaltarak çalışanların sırtına yüklemeden bu geleceğin vesveseli durumunu bertaraf etmek gerekir.
Avrupa ülkelerinden sonra, Türkiye’nin de bu konu da ne olması lazım ise onu devlet politikası olarak görüp üzerine gitmesi gerekmektedir.Memleket düzleminde kısa zaman sonra ki 10-15 yıl içinde %10 olacak yaşlı nüfus, bir çok ekonomik yükü de beraberinde getireceğe benziyor.
Bu sebeple doğumların arttırılması teşvik edilmeli ve gençlerin evlendirmeye özendirilmesi,çocuk yardımları ve doğum izinleri ile part-time çalışma şekilleri ile kadınlar ekonomiye entegre edilmelidir.

Doğumlar vasıtası ile genç işçi kitlesinin devamlılığı sağlanarak emeklilerin maliyeti azaltılmış olur.
Yetmez..
Bu defa Emeklilik yaşı yükseltilebilir ve prim oranları yüksek tutulur v.s..
Veya kendi ülkesinde maliyeti yüksek olan yaşlı bakımını en aza indirgeyebilmek için diğer ucuz maliyetli ülkelere göndermek.
Doğup büyüdüğü nefesini çektiği isteseler canını düşünmeden vereceği kendi memleketinden yani yaşamdan koprarak erken ölümlerini sağlamak bir diğer deyişle ölmeye göndermek.(!)

Avrupa ülkelerinde bu olurken Türkiye de ise yeni dünya düzeni ile beraber kibirli,kebir veya dik yapıların oluşması ile beraber yaşlıyı huzur evlerine ya da bir başlarına bırakarak başlarının çaresine bakmaya zorlamak adi kültürü yerleşmektedir.
Eskiden oysa yatay binalar ile en az üç nesil bir arada yaşayabilmekteydiler.Ataerkil aile yapısı ile yaşlılarımız mutlu ve müreffeh sonlarına yürürken marjinal faydalarını ise çocuklarından sonra torunlarına aktarabilmekte idiler.
Burada şunu yazmakta bir behis görmüyorum…
Türkiye aile geleneğinde denir ki yaşlının yeri hep saygı ve hürmetle yadedilir.
Doğru bilinen bu yanlışın gerçeğinde toplumun şiddete en fazla maruz kalan bölümünü yaşlılar oluşturmaktadır.
Ciddi bir denetim olmadığı için huzurevi gibi v.s. yerlerde kalan yaşlı insanların araba yıkar gibi boya fırçası ve hortumla yıkanması, içmeyi unuttukları ve kimse de umursamadığı için susuz kalmaları, ilaçlarının gerektiği ölçülerde ve sürelerde verilmemesi, hastalıklarının takip edilmemesi, vücutlarının çeşitli yerlerinde uzun süre hareketsiz kalmaktan, yataklara ve sağa sola çarpmaktan yaraların açılmış olması, beslenmelerinin çok yetersiz olması, itilip kakılmaları vb, bu kurumların pek çoğunda yaşananların alenileşmiş örnekleridir.
Tabi bu durum genelde yoksul çoğunluk ihtiyarları için geçerli olup paralı  kapitalist kesime bunu addedemeyiz.
Sevgi, saygı, vefa gibi insani değerleri acımasızca yok eden burjuva düzeninde ancak paranız var ise rahatsınız yoksa kapitalist sisteme yüksünüz.
Parası olanın saltanat sürdüğü bu yeni dünya düzeninde insanın insana kul olmadığı tüm güzelliklerin eşitçe paylaşıldığı, insanın üretkenliğinin önündeki tüm engellerin ortadan kalktığı bir dünyada kim korkar yaşlanmaktan?

(Kaynak: Derya Çınar, Ocak 2014)