Korona virüs ekonomiden uluslararası ilişkilere kadar çeşitli alanlarda dünyayı etkileyen, uluslararası toplumun dokusunu ve yapısını eskiye oranla tanınmayacak ölçüde değiştirebilen bir güç olarak karşımıza çıktı. İnsanları, hatta ülke yönetimlerini dahi belli kalıplara sokacak gibi görünüyor.

          "Sü uyur düşman uyumaz" atasözünü hepimiz biliriz. Bugün rakip devletlerin bilim ve teknolojideki atılımları, ekonomik gelişimleri, ister barış halinde, isterse seferi durumda stratejik yığınak yapması; silahlar sussa bile, dünyayı korkutan biyolojik savaşların ve salgınların, bir takım riskler yaratabileceği ve kuvvet dengelerini kökten bozabileceğini söylemek mümkündür.

       Dünyayı saran Koranavirüs (Covid-19) krizinin yarattığı kargaşa ile insanların bağışıklık sistemi sınandığı gibi, şirketlerin, yönetimlerin, devletlerin ve ülkelerin, bağışıklık sisteminin sınandığı bir gerçek.

        Dünyada Avustralya İçişleri Bakanı Peter Dutton’ın, Fransa Kültür Bakanı Franck Riester’in, İngiltere Sağlık Bakan Yardımcısı Nadine Dorries'in, İspanya’da Eşitlik Başkanı İrene Montero’nun, İspanya Kamu Yönetimi ve Bölgesel Politika Bakanı Carolina Darias’ın, Birleşik Krallık Veliaht Prensi Charles’ın, İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın Koronavirüs’e yakalanması hastalık yüzünden, ayrıca Koronavirüs’e karşı mücadelenin etkin bir şekilde yapılamaması, ölümlerin çok fazla olması ve ekonomileri zora sokması sebebiyle ülkelerde yapılacak ilk seçimlerde iktidarları dahi tahtından edebileceğini gösteriyor.

Koravirüs’e karşı yapılan mücadele bir savaşa dönüştü:

             Koronavirüs yüzünden meydana gelen ölümlerin çokluğu, sağlık, üretim, satış, tedarik ve ekonomi yönetimi gibi birçok açıdan şirket sahip ve yöneticileriyle ülkeleri/ ülke liderlerini bu denli zora sokması ve kulağımıza komplo teorisinden çok daha fazla şeylerin gelmesine sebebiyet vermesi, “Acaba dünyada biyolojik savaşlar mı başladı?” sorusunu da aklımıza getiriyor.

       Koronavirüs, Sars, İspanyol Gribi, Domuz Gribi gibi salgın hastalıkların görülmesiyle askeri güce gerek olmadan, teknolojiyle, özellikle de medyaya hâkim olan güçler tarafından  insanlar güle oynaya,  beyinleri yıkanarak (şartlandırılarak) etkilenebilmekte, korku imparatorluğu kurarak da dünyanın yönetilebilmekte olduğu anlaşıldı.

       Son dönemde gerek ekonomisi, gerek milli ve manevi değerlerinin saldırı altında olduğunu düşünen ülkelerin, egemenlik anlayışını ve milli inanç sistemlerini güçlendirmeye çalıştıklarını görmekteyiz.

       Ülke ekonomilerinin zora düşmesi, ülke borsalarında yaşanan çöküşler, oluşan şirket zararları ve sermaye yetersizliğinin oluşması, küresel şirketlerin krize giren ülkelerdeki işletmeleri satın alarak ele geçirmelerine olanak vermektedir. 

         “Türk milletinin tarih boyunca yarattığı ve yaşadığı kültür, Türk milliyetçiliğinin dayanak noktasıdır. Bu kültür aynı zamanda bir sosyal olgu olarak Türk milletinin varlığının temelini oluşturur. Dolayısıyla egemenlik anlayışı Türk milletinin karakterinde vardır. Milli inanç sistemini de güçlendirmeye ihtiyaçları yoktur. Türkler, sadece korkulması gerekenden korkarlar. Türkler için tek korkulacak olan yaratıcıdır.”

         Eğer bu bir savaş ise o zaman genel harp prensiplerini de hatırlatmakta fayda var.

Genel kabul gören harp prensipleri:

             Taarruz, manevra, sıklet merkezi, kuvvet tasarrufu, emir-komuta birliği, emniyet, baskın, sadelik, harbin objektif olması. Harbin objektif hedefi; düşmanın savaşma azmini kırmak, onu savaşma ve direnme imkânlarından mahrum ederek savaşı sona erdirmektir.

        Anlaşılan o ki tüm şirketler ve ülkelerin, milli güç unsurlarını sahaya sürmesi gerekecek.

       Türklerin tarihte İstiklâl Harbi’nde gösterdikleri kesin ve sarsılmaz kararlılığı, bugün yeniden Kuvayi Milliye (Milli/Ulusal Güç)  ruhuyla bütün yurtta, gönüllerde ve dünyaya örnek olacak şekilde “Biz Bize Yeteriz Türkiyem” sloganıyla yeni bir Kuvayi Milliye hareketine bayrak açmıştır!

       Hatırlatmakta fayda var,

       “Millî güç; bir devletin millî menfaatlerini sağlamak ve millî hedeflerini elde etmek için kullanabileceği insan gücü, coğrafî, ekonomik, askerî, politik ve idarî, psiko-sosyal ve teknolojik güçlerinden oluşan maddî ve manevî güç unsurlarının toplamıdır.”

           Kuvayi Milliye (Milli/Ulusal Güç) ruhu ülkenin çıkarları ve bağımsızlığı için her türlü imkânsızlık içerisinde bile milletin her bir evladının canlarını ortaya koyarak mücadele etmesidir. İstiklal Harbi de bu ruhla kazanılmıştır. Bugün sağlık çalışanları “Ekmeğini yediğim ülkeme canım feda.” ve  “Vatan sağ olsun.” anlayışıyla yepyeni bir Kuvayi Milliye ruhuyla canla başla çalışmaktadır. Millet olarak hepsini alkışladık, alkışlıyoruz.     

     Türkler, yaklaşık olarak üç bin yıllık geçmişiyle, tarihin en eski uluslarından biridir. Türklerin en çarpıcı özellikleri: Soylu, merhametli, hoşgörülü, yardım ve konuksever olmalarıdır. Bugün devlet-millet el ele vererek kendine yetmeye çalıştığı gibi Koranavirüs’ le mücadelede zor durumda olan ülkelere dahi yetişmektedir.”

Tarımda kendi kendine yeterlik:

        Yukarıda harp taktikleri arasında belirttiğim sıklet merkezi tam olarak da budur. Bu nedenle aklımızı başımıza alalım da üreticimizin yanında olalım. Ulusal ve uluslararası şirketlerin bu tür kriz dönemlerinde şirketleri/ülkeleri hegemonyaları altına aldıklarını unutmayalım.

       Son yıllarda savunma sanayinde, bugünlerde sağlıkta mücadele ederken, tarımsal üretim ve gıda güvenliğinin önemli olduğunu atlamayalım.

       Tarımsal üretimin son yıllarda giderek artan miktarda gıda ithalatı yapan ülkemiz açısından önemini artık çok daha iyi kavrayalım.

       Koronavirüsün dünyada yarattığı kriz sonucu gıda fazlası olan ülkelerde gıda ürünlerinde  ihracat yasağı gelmeye başladı. Rusya bu konuda başı çekiyor. Ülke olarak “savunma sanayi, sağlık, tarımda yerli ve milli üretim” sloganımıza sonuna kadar sahip çıkmalı tarımda kendi kendine yeterlilik ile yerli ve milli üretimin hayati öneme sahip olduğunu çok iyi bir şekilde idrak edelim.

       Birleşik Milletler Dünya Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), bu yılın verimli geçeceğinin düşünülmesine rağmen koronavirüse karşı alınan önlemler yüzünden kimi ülkelerde gıda sıkıntısının yaşanabileceği uyarısında bulundu.

       FAO, 29 Mart'ta yayımladığı raporunda, Covid-19 salgınının gıda tedarik zincirinde sorun yaratmaması için özellikle küçük çaptaki çiftçilere üretime devam etmeleri için mali destek verilmesi ve e-ticaret kanallarına erişimlerini sağlanması gerektiğini belirtti.

       Koronavirüsü salgını sebebiyle insanların aç kalma ve yeterli beslenememe korkusu sebebiyle gıda stoklamak için hücum edercesine marketlere akın ettiğini gördük, görüyoruz.

       Şu an için henüz yokluk çekmiyoruz ama sürdürülebilir gıda güvenliği açısından bundan sonra (keşke dememek için)  ekonomik kalkınmanın temelinin de tarımdan geçtiğinin farkına varalım.

       Unutmayın;  altın, petrol, doğalgaz, para zengini olabilirsiniz ama hiç kimsenin gıda satmadığı bir ortamda milli üretiminiz yoksa kıtlık çeker, milletinizi aç bırakabilirsiniz.

       Koranavirüsün dünya genelinde yol açacağı öngörülen işsizliğe çarenin de tarımsal üretimden geçtiğini, Türkiye’nin genç nüfusuna rağmen tarımsal üreticinin 52 yaş ortalamasına dayandığı bilinciyle gençleri bu alana yönlendirip ve özendirelim.

      

Faydalı olması ümidiyle…

Özkan ÇİNAR 
Mali Müşavir/SPK Denetçisi 
Yönetim Danışmanı/Eğitmen    

"Türk köylüsü "Efendi" yerine getirilmedikçe memleket ve millet yükselmez!..." Mustafa Kemal Atatürk


Kaynak: www.bdTurkey.com
(Bu makale kaynak göstermeden yayınlanamaz. Kaynak gösterilse dahi, makale aktif link verilerek yayınlanabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayınlayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır.)