"Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir" Herakleitos 
Hz. Mevlana 'da tıpkı değişimin önlenemez olduğunu söylediği gibi; "Şu akıp giden kum seline bak; ne durması var, ne dinlenmesi. Bak birdenbire nasıl bozuluyor dünya, nasıl atıyor bir başka dünyanın temelini..." diyerek, her gelenin gölgesine bırakılmayan bir döngüsel çevrim mevcuttur.
Hal dili ile üzerime yapışan ve içinde bulunduğum dünya düzenime uymadığı varsayımında dikkatimi çeken ve altını çizmek istediğim birçok hercai konu hakkında sorgulamalarım mevcuttur.
İlk göze çarpan son zamanlarda, kimsenin kendine bakmadan, bir başkasından daha iyiyim mottosunda hareket ederek meslek siyasetinde yıllardır boy gösterenleri, seçim sandığından uğurlayarak “Dünle beraber gitti cancağızım / Ne kadar söz varsa düne ait” farkındalığında “Şimdi yeni şeyler söylemek lazım
Oysa görülen ve hissedilen o ki,
— Daha bitmedim
— Yeniden geleceğim.
kibarı kelamında takılmış plak gibi dönenler, yeni yüzlerin ve yine genç nesillerin gelecek hayallerine duvar olmamaları, bulundukları bilgelik makamlarından merdiven psikoloji ile moral motive ederek, genç kuşağa gereken değeri vererek geleceklerini tayin hakkı yolunu açmaları gerekmektedir.
Değerli hayatımızın ömür tazeliğine çıkan bir dönüş yolu yoktur. İşte geldik ve bu zaman dilimini meşgul ederek terki diyar edeceğiz. Hâlbuki her gelen yeni bir gün, dünden ari ve yarından geri olacaktır. Vakti ile ne yaptılarsa yapanlar, mesleki siyasetin sırtına binerek, geleceğin kendi dizlerinin üzerinde kalkmasına mani olduklarının farkında değiller.
Tıpkı bir mecranın başında kendi kulvarında ve hatta hak mücadelesinde, simge olmuş bir yönetici gibi. Değişimi öngöremeyen ve yine yeniden başa gelmek için, ısrarcı bir yaklaşımda, gözünü kör eden ve öfke nöbetleri geçiren muhteremin, aslında yarışa girmeyerek efsane olması an meselesi idi. Ve fakat hırsına yenik düşerek, demokratik bir platform üzerinde yapılan kongre sayesinde, yeni seçilen başkanı tebrik etmeden bulunduğu yeri terk etmesi, beyaz gülün bile gölgesinin kara olduğuna ispattır. (Aziz Yıldırım - Ali Koç arasında geçen Fenerbahçe Kongresi. Kazanan taraf, değişimi anlatan Ali Koç)
Yöneticiliği kendine hak makamı görenler, köprü edinerek menfaatlerini geliştirip, mesleki burjuvaların birlikteliğindeki hayatlarında (!) protokol alanları yaratarak, mensubu olduğu kesime yük olmaya başlamışlardır.
Garip meslek insanı ise arkadan ense tıraşını seyrederek, kürsüye çıkıp bir parmak umut verecek bu kalantorların ağzının içine düşmek için kırk takla atmayı beklemek ve sonunda küçük resimde iğreti duruşunun fotoğrafını çektirmektedir.
Büyük resimde ara ki bulasın. Salonda alkış ünitesi, yemekte protokol sponsoru. Vs. Çok uzatmak mümkün.
Devletin, Ana Yasa’nın 135.Madde kapsamına aldığı Sivil Toplum Örgütleri ile, örgütlenmeyi oluşturanların, başlarına getirdikleri bu yöneticiler, meslek insanlarının bir takım hak ve menfaatlerine aracılık ederler. Adaletsiz yaklaşımları ile, meslek mensuplarına hizmet ederek, onların adına ve çıkarlarına aykırı olmayan bir konforu sunması beklenen kurullardan, zulmeden ilkesiz yapılanmalara dönüşürler. Kurallı olarak…
Sonrasında ne mi oluyor?
Hani bana, hani bana? Diye çocuklarımızla oynadığımız salak - saçma oyuna bakalım hep beraber.
Hatırladınız değil mi?
Beynimizde bir fon alanı oluşturarak, çocuğunuz ile oynadığınız oyunu dudaklarınızda müziğin verdiği bir fonetik etkileşimle mırıldanırken, müsaadenizle devam edeyim yazıya…
Hemen bir üst paragrafta tasviri yapmaya çalıştığımız bölümde, parmak oyununu monte edelim. Bir farkla.
Bu oyun çocuklarımıza, kavgacı, yaygaracı ve “hani bana” diyende dahil aynı düşüncenin sonucu olarak, bencillik ve kapital sistemin masumane öğretilerini, küçük beyinlerine sokmaktan başka bir şey değil midir?
O zaman bir saptama yapmak gerekirse, bu yöneticilerin hak ve adaletli olanlarını ari tuttuğumuz vakit, ne kadar menfaat kültürü üzerine yapılandıklarına tanık olmaktayız.
Peki, yöneten sınıfı bu rol modeli üstlenirken, bu parmak oyununda yönetilen kim olmakta?
Külfet içinde geçen stresli bir hayatı olan meslek insanlarının adaletsiz emek bölüşümü burada başlamaz mı?
İşte sonradan gözü açılıp, iş işten geçtikten sonra aklı başına gelen meslek insanları yönetilen insanlar değil midir?
Onlar da “hani bana, hani bana” diyerek haklı olarak paylarının telaşı içinde seslerini duyurmaya çalışmaktalar.
Maksadım elbet kafanızı karıştırmak değil ve fakat tespiti ortaya koyarak, netleşmeyi vurgulamamız lazım. Kadim kültür bu minvaldedir.
İnsanlar hak ettikleri gibi yönetilirler. Demokratik sistemler, her halükarda doğru sonuçlara odaklanmayabilir.
Algılarla oynayarak, kimliklere hapsedilirseniz her türlü açığınız oluşmaktadır.
Senaryoyu başka türlü ele almaya çalışalım… Oyun bu ya…
Avucunuza konan kuşun hikâyesini farklı rol modeller kullanarak revize edip, hatta özgür bırakmayı seçsek olmaz mı?
Neden dünyamızı mahvetme üzerine kurgulayanlardan oluyoruz. Dayatma bir öğreti, geleceğimizin vesayet altına girmesine sebep olmaktadır. İster istemez bilinç altına yerleşen bu komutla yöneten veya yönetilen olmaktayız.
Davranış bilimi, insanın bu halinin direk psikolojik bir sarsıntı olması ile ilintisini ortaya koyuyor. Ve disipline etmeye çalışıyor.
Güzel ahlakla bezenmiş nesiller yetiştiremiyorsak, kendimizi sorgulayarak milli eğitime özel ihtimam göstermemiz gerekmektedir.
Ya yoksa, avucumuza konan kuşun, neticede “bir parmak tarafından yenilmesinde” tüm parmaklar suça ortaktır ve bu durum akla izana sığmamaktadır.
Dolayısı ile, büyük resmini çizmeye çalıştığımız meslek ve meslektaşlarımızın bu içinde bulunulan durumu, aslında zaman içinde bize vaatler ve veya taahhütlerde bulunup da yerine getirmeyen adam sendeciler nezdinde, koltuk müptelası olanların duygu ve düşüncelerini anlayarak, hatta onlara yardımcı olmaya başladığımız sendrom halimizdir..! Yerine getirilmesi gereken hedefleri önce hayal edip veya ettirilip, sonrası hayali sükut olur ise, sebebini yine kendimizde aramalıyız. Sempatik geliyorlar artık (!)
İşte o hayaller bir yerden sonra agresifleşir. Sabırlar yorulur..!
Öngörümüz neticesi, geçmiş zamanda geleceğin mimarisini duyurduğumuz vakit, bizleri yanlış söylevleri bırakın diyerek uyaran bilge insanlar şimdilerde ne söyledikse yakın ve veya daha yukarıdan söylemler ile dinleyenleri mest(!) etmektedirler. Bugünlerde TÜRMOB ve O‘na bağlı odaların işlevsel değişimler geçirmesi gerektiğini ve hatta isimlerinin değişmesi gerektiğini yüksek sesle konuşabiliyorsa, neden geçmişte bizleri susturmaya kalktıklarını sorgulamamız icap etmektedir.
Hatta bizler, oda ve birlik bünyesinde açılacak birimler diye ifade ederken bile bir yamanın ilk yıllarda yapılmasının garabeti meslek insanlarının üzerinde olduğunu yazdık ve bu yama yanlıştı.
O günde, bu günde aynı şeyleri ısrarla vurgulayarak tekraren yazarım. Pilavdan dönmem.
Döneninde yolundan bana ne?
Hatta bu yapılanmanın yama şeklini tasvip etmeyerek, dışında bir oluşumu işaret ettik.
Şimdi durduğumuz yere geldiniz.. Söz de yeni bir hikaye yazmaya kalkarak..! Vs. vs. vs.
O halde değişim zamanıdır. “bir başka dünyanın temelini” atma zamanı gelmiştir.
Sepetinizdeki eskilerinizi atmazsanız, yeni olan hiçbir şeyi sahiplenemezsiniz.
İnanın bu meddücezirlerden meslek kendine geç kalmakta..!