Şirketler niçin holding çatısı altında toplanırlar? Soruyu bir başka şekilde de sorabiliriz. Normalde herhangi bir üretimi olmayan, sadece iştirak ettikleri şirketleri sevk ve idareyi amaçlayan holdingler, niçin kurulur? Çünkü holdingleşmenin, şirketleri belli hedeflere göre yönetmenin dışında da çok çeşitli sebep ve yararları vardır. Her şeyden önce holding veya grup oluşumu ve iştirak ilişkisi, ortak ve güçlü marka yaratmayı hedefler, grupta sinerji yaratır. Muhasebe, hukuk, iç denetim, iş güvenliği ve bazen pazarlama gibi pek çok hizmet holding tarafından üstlenilir ve böylece maliyetler de düşer.

Günümüzde, dağınık ve küçük şirketler yerine, holdingleşmenin, şirket yönetimlerinin profesyonelleşmesinin teşvik edilmesinde büyük yarar vardır.

Öte yandan holding yapılanmalarında şirketlerin kredibilitesi de, kefil veya teminat gösterme güçleri de artar. Ancak holdingleşmenin asıl amaçlarından biri de, yapı içerisindeki atıl fonların ihtiyaç duyan şirketlere yönlendirilmesi, grubun dış kaynağa ihtiyaç duymaksızın yaşaması ve gelişmesini sağlamaktır. Bu amacın gerçekleşmesi, özellikle dış (banka) kaynağının pahalı olduğu günümüzde önem taşımaktadır.

Buna karşılık Türk Vergi Mevzuatı, grup veya holding yapılanmasını tanımamaktadır. Buna karşılık, geçen haftaki yazımdaki örnekte de olduğu gibi, özelgelerde vergi almaya yönelik olarak “siz grup şirketisiniz” gerekçesi kullanılmakla birlikte, kanun nazarında holding ve yapıdaki her şirket bağımsız olarak görülmektedir. Bugünkü mevzuat anlayışında adeta parası olan grup şirketinin parasını negatif faizle bankada tutması, paraya ihtiyacı olan şirketin ise pahalı faizle kredi kullanması talep edilmektedir. Bu mevzuat anlayışı, ekonomik mantığa aykırıdır ve iş dünyasını zorlamaktadır. Grup şirketleri kendi aralarında güçlüden zayıfa kaynak transferi yaptıkları takdirde, transfer fiyatlandırması, örtülü sermaye gibi pek çok müessese açısından çoğunlukla matrah farkı sonuçlu incelemeler geçirmekte, ayrıca KDV gibi yüklerle karşılaşmaktadır. Grup şirketleri bu rasyonel davranışları sonucunda adeta pişman edilmektedir.

Bunun çözümü yok mudur? Elbette vardır? Pek çok ülke bunun çaresini “nakit havuzlama (cash pooling)” adı verilen bir müessese ile bulmuştur. Bu müessese, grup şirketlerindeki nakit fazlasının, gruptaki diğer şirketlerin nakit açığının karşılanması amacıyla kullanılabilmesi için, grup şirketlerinin oluşturduğu ortak bir havuzda toplanması ve ihtiyaç halinde grup şirketlerine kullandırılması amacına dayanmaktadır. Bu yolla grup içerisinde kaynaklar daha etkin kullanılabilmekte, grubun finansman maliyetleri de düşmektedir. Bu şekilde grubun fonları düşük gelirle değerlendirme, nakit ihtiyaçlarını pahalı giderme sorunu da ortadan kalkmaktadır.

Bu gün bu sistem, Almanya, Fransa, Belçika, İtalya, Japonya, Amerika, Hollanda, İngiltere, Singapur, Meksika ve daha pek çok ülkede uygulanmakta olup, bu ülkelerden bazıları uluslararası yapılanmalar için uluslararası nakit havuzlamasına dahi izin vermektedir. Dünya uygulamasına bakıldığında “gerçek nakit havuzlama” sistemini uygulayan ülkeler olduğu gibi, her bir şirketin ayrı olan hesaplarının pozitif veya negatif bakiyeleri bakımından izlemeye ve dengelemeye dayalı “sanal nakit havuzlaması” sistemini uygulayan ülkeler de vardır. Burada 32 sayılı TPKK Kararında değişiklik yapılarak döviz üzerinden nakit havuzları kurulmasına müsaade edilerek, dış kredi borcu olan şirketlerin maliyetlerinin düşürülmesi dahi sağlanabilir.

Bu havuzun yönetimi hâkim ortağa da bırakılabileceği gibi, pek çok ülkede olduğu gibi bankalara da bırakılabilir. Havuza nakit aktaracak grup şirketleri ile havuzdan nakit çekecek şirketlerin alacakları veya ödeyecekleri faiz ise, TCMB tarafından ekonomik göstergelere bağlı bir gösterge faizi ile belirlenebilir veya bir başka objektif ölçüt ortaya konulabilir. Şirketler bu sistem yoluyla dış finansman ihtiyacını azaltırken, havuz idarecisi bankaların geliri ise “sevk ve idare komisyonu”ndan oluşmaktadır. Bunun oranının belirlenmesinde de her halde BDDK yetkili olur.

Bu yolla holding yapılanmaları, transfer fiyatlandırması, örtülü sermaye gibi pek çok sorun yaratan düzenlemelerin getirdiği sıkıntılardan kurtulacağı gibi, KDV şeklindeki ek bir maliyeti de berteraf edeceklerdir. Çünkü bu sistemin uygulandığı ülkelerde, müessese KDV dışına çıkartılmaktadır. Öte yandan bu sisteme dahil olma, yararlanma ve yönetim amacıyla bankalarla yapılacak sözleşmelerin de damga vergisinden istisna kılınması, sistemin başarısı için gerekli olmaktadır.

Şirketlerin dış kaynak ihtiyaçlarının yoğun olduğu bu günlerde, holding yapılanmalarına böyle bir rahatlama sağlamanın önemi bence büyüktür. Kaldı ki bu yol, sistemi uygulayan ülkelerle rekabette, bizim holding yapılanmalarına da hiç olmazsa onlarla eşit olma şansı yaratacaktır.

Bu konuda yapılacak düzenlemelerin başarısı şansı ise Ticaret Kanunu, vergi kanunları ve Bankacılık Kanunu'nda gerekli değişikliklerin uyumlu olarak yapılmasına bağlıdır.

Benden önermesi.