Bu aralar servet vergisi gelmeli söylemi yine konuşulmaya başlandı. Bir firmanın yönetim kurulu başkanı 6 milyon TL’den fazla servete sahip olanlardan yüzde 1’lik bir servet vergisi alınsın, tahsil edilen bu verginin bir kısmı 6 Şubat’ta zarar gören illere harcansın ve kalan kısmı da başta İstanbul olmak üzere Marmara Bölgesi’nin kentsel dönüşümü için harcansın şeklinde bir öneri getirdi.

Servet vergisi elbette getirilsin ama depremin yaralarını sarmak ve kentsel dönüşüm için getirilecek bu vergi depremin yaralarını sarmak ve kentsel dönüşüm için kullanılabilecek mi? sorusuna cevap bulmamız gerekiyor. Hadi bu vergiyi getirdik diyelim, bu yeni vergi Anayasa Mahkemesinde iptal edilebilir mi?

Yani öyle bir servet vergisi getirilmeliyiz ki bu vergi, depremin yaralarını sarmak üzere ve kentsel dönüşüm için kullanılmalı ilaveten de bu yeni Anayasa Mahkemesi tarafından da iptal edilmemelidir. 

Görüldüğü üzere konunun birden fazla cevap bekleyen ayağı var. Bunlardan en anlaşılır ve insani olanı bir servet vergisi getirilmeli ayağıdır. Evet kesinlikle getirilmeli ama…

Olası bir servet vergisinin alınması/getirilmesi durumunda biri neden diğeri de netice olmak üzere iki temel engel bulunmaktadır. Neden sorusunun cevabını Anayasal ilkelerde; netice sorusunun cevabını ise 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nda aramak gerekiyor.

Şöyle ki…

Servet kavramından ne anlamalıyız?

Öncelikli temel sorun servet kavramından ne anlaşılması gerektiğidir. Servetten anlaşılan sadece finans kurumlarında bulunan nakit, hisse senedi, tahvil, bono vs gibi finansal enstrümanlar mı yoksa sahip olunan gayrimenkuller mi? Dünya ölçeğinde bu soruların cevabı genel olarak banka ya da finans kurumlarında bulunan mevduatlar olarak kabul edilmiş. Bizde önerilen servet vergilerine bakıldığında önerilerin öbeğinde banka ya da finans kurumlarında bulunan TL ve yabancı paralar bulunmaktadır. Ben de bu yazıda bunu bu şekilde kabul ederek değerlendirmelere devam edeyim.

6 milyon TL’den fazla “servete” sahip olanların sayısını bilmiyorum. Ama bu kişilerden 6 milyon TL gibi bir tutarı aşan mevduata (servete) sahip olanlardan belli bir oranda özel bir servet vergisi alabilir miyiz? Elbette alabiliriz ama öncelikle verginin ekonomik sonuçlarından ziyade özellikle Anayasal olarak mümkün olup olmadığını ele almamız gerekmektedir.

Bir düzenleme ister kanunla ister Cumhurbaşkanı kararı isterse de başka bir enstrümanla yapılsa bile Anayasa’nın herhangi bir hükmüne aykırılık oluşturmaması gerekmektedir. Özellikle vergi hukuku ile alakalı yapılan düzenlemeler Anayasa’nın 2’nci maddesinde yer alan sosyal hukuk DevletiAnayasa’nın 10’uncu maddesinde yer alan eşitlik 13’üncü maddesinde yer alan ölçülülük ve 35’inci maddesinde yer alan mülkiyet hakkının ihlali gibi ilkeler ile çelişmemelidir.

Buna göre;

Özel bir servet vergisinin Kanunla konulması gerekmektedir.

Anayasa’nın 73’üncü maddesinin 3’üncü fıkrası gereği vergiler ancak kanunla konulur. Bunun için kendine ait bir kanun ya da özel iletişim vergisinde (deprem vergisi) olduğu gibi var olan bir kanuna ekleme yapılabilir. Bu düzenlemenin ise kesinlikle kanunla yapılması gerekmektedir. Kuvvetle muhtemel bu tarz bir verginin konulması bu aralar oldukça popüler bir yöntem olan torba kanun ile yapılır. Kanunla konulması dışında Cumhurbaşkanı kararı ya da genel tebliğ gibi bir düzenleyici işlemle bu verginin konulması mümkün değildir.

Özel servet vergisi kanunu hangi amaç için konulacak?

Getirilecek özel bir servet vergisinin meşru bir amacının olması gerekmektedir. Bu amaç, depremde zarar görenler ve kentsel dönüşüm için kullanılmak üzere tesis edilebilir. Ancak burada da bir engel var ki bu da 5018 sayılı Kanun’un 13/g maddesinde “Belirli gelirlerin belirli giderlere tahsis edilmemesi esastır.” ilkesidir.

Bu, ademi tahsis ilkesi olarak da adlandırılır. Genel bütçeye doğrudan gelir kaydedilen bu vergiler hazinenin havuzuna aktarılır ve yine bu vergiler toplandığı yer ya da konusuna bakılmaksızın bütçe kanununun izin verdiği ölçüde her türlü kamu hizmeti için harcanabilir. Tıpkı deprem vergisi olarak bilinen özel iletişim vergisinde olduğu gibi. Akıbeti aynı olma ihtimali çok yüksek.

Her deprem sonrası nerede bu deprem vergileri? sorusuna her seferinde yazılarımda bu yanıtı verdim. İşte tam da bu noktada genel bütçeye gelir kaydedilen ve depremin yaralarını sarmak amacıyla getirilecek servet vergisinin sadece deprem için kullanılması 5018 sayılı Kanun’un 13/g maddesi uyarınca mümkün görünmemektedir.

Olur da depremde zarar görenler ve kentsel dönüşüm için bir servet vergisi getirilirse bunu zelzele vergisi diye adlandıracağız. Yani bu amaçla getirilecek vergi hazineye aktarılacak sonrasında ise bütçe kanununda yer alan duble yol, lüks makam araçları gibi harcamalara gidecek. Ve maalesef her deprem sonrasında nerede bu zelzele vergileri? diye soracağız. Benden uyarması…

Konulacak bir “özel servet vergisi” Anayasa’nın eşitlik ilkesini de zedelemeyecek

Anayasanın muhtelif hükümleri uyarınca vergi yükü vatandaşlar arasında adil ve dengeli dağıtılmalıdır. Günümüzde çağdaş devlet olmanın ve hukukun üstünlüğü ilkesini yaşama geçirmenin yolu hukuk devleti olabilmektedir. Hukuk devletinin unsurlarından en önemlilerden biri eşitlik ilkesidir. Devletin eşitlik ilkesine aykırı bir yasal düzenleme ihdas edebilmesi için bu yasal düzenlemenin “haklı bir nedene (meşru amaç)” dayanması ve kamu yararı nedeniyle bu yola başvurması gerekmektedir.

Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi, içtihatlarında haklı neden kriterinin kesin bir tanımını yapmış değildir. Anayasa Mahkemesi, önüne gelen somut vakanın durumuna göre gereklilikzorunlulukdengeli ve makul ölçüler gibi ifadelerle bu kriteri açıklamaya çalışmaktadır.

Fakat bu konuda şu söylenebilir ki her durumda eşitlik ilkesinden sapmayı gerektirecek bir ayrım kriterinin ayrımın amacına uygun olması gerekecektir. Bu minvalde ademi tahsis ilkesinin varlığı, eşitlik ilkesinden sapmak için gerekçe gösterilen depremin yarattığı sosyal adaletsizlikleri gidermede kullanılamayacak bir servet vergisini Anayasaya aykırı hale getirebileceği gibi, yüksek bir vergi oranının belirlenmesi durumunda mülkiyet hakkı, ölçülülük ilkesine aykırılık sebebiyle de ihlal edilmiş olacaktır.

Ezcümle

Deprem sonrası milyonlarca insanın gelir kaybına uğraması sosyal devlet ilkesini daha anlaşılır hale getirmiştir. Haliyle devletlerin sosyal devlet ilkesini vatandaşları açısından efektif hale getirebilmesi için yeni kaynaklar yaratması gerekmektedir. Bu kaynaklardan biri olarak düşünülebilecek servet vergisi Türk hukukunda bilhassa eşitlik ilkesi bakımından sorun yaratabilecektir.

Her ne kadar yasama organının nisbi eşitlik gereği zorlayıcı durumlarda genel eşitlik prensibinden sapmalar yapma konusunda takdir haklarının olduğu düşünülse de bu takdir hakkının keyfi olmaması, meşru ve somut bir amaca yönelik olması gereği ortadadır.

Türk vergi hukukuna hâkim ilkelerden biri olan ve evvelden beri tartışılan ademi tahsis ilkesi gereğince depremin yaralarını sarmak ve kentsel dönüşüm amacına özgülenmiş olarak belli bir kesimden alınacak servet vergisinin amacına uygun kullanımını sağlayacak somut yasal düzenlemeler yapılmayıp toplanan verginin genel bütçe içerisinde kaybolması bu vergisel düzenlemenin Anayasaya uygunluğunu tartışmalı hale getirecektir. Sosyal devlet ilkesini gerçekleştirmenin önemli olduğu kadar vergilerin harcanmasındaki şeffaflığın da önemli olduğunu unutmamak ve hukuk devleti ile eşitlik ilkesi gibi ilkeleri sosyal devlet kavramının arkasına sığınan bir popülist söylemin kucağına da bırakmamak gerekmektedir.

Yukarıda belirttiğim şekildeki bir servet vergisinin birçok Anayasal hakkı ihlal etmesi olasıdır. Bu verginin Türkiye uygulamasında son dönemde sıklıkla görüldüğü üzere kanun harici bir norm ile konulmasının beraberinde getireceği Anayasaya aykırılık sonucunun yanı sıra, eşitlik ilkesi ve mülkiyet hakkını ihlal edecek içerik ve orantısızlıkta olması da ihtimal dâhilindedir.

Ezcümle, olası bir servet vergisi toplanır ve depremin yaralarını sarmak ile kentsel dönüşümü sağlamak için harcanabilir ama ademi tahsis ilkesi olmasaydı; yüksek servet sahiplerinden özel bir servet vergisi alınabilir ama eşitlik ilkesi olmasaydı.

Bu konunun özellikle Anayasa hukukçularınca tartışılıp ülke menfaatine daha uygun bir hale evrilmesi dileğiyle…