Nisan ayında bir seri güven endeksi, imalat sanayii kapasite kullanma oranı ve Türkiye imalat PMI endeksi açıklandı. Bugünkü yazımda, ekonomik gelişmelerin öncü göstergeleri olarak kabul edilen bu endekslerin analizine dayalı değerlendirmeler yapacağım. 

Cuma günü TÜİK tarafından açıklanan “ekonomik güven endeksi”; tüketici, reel kesim, hizmet, perakende ticaret ve inşaat sektörlerine ait güven endekslerinin birleştirilmesinden oluşuyor. Buna göre, mevsim etkisinden arındırılmış “ekonomik güven endeksi”, nisan ayında bir önceki aya göre 1.1 puan azalarak 94.7’ye geriledi, bu ise geçen yıl mayıs ayından beri görülen en düşük seviye oldu. 

İktisadi yönelim anketlerine dayanılarak oluşturulan güven endeksleri, tüketici ve üreticilerin genel ekonomik duruma ilişkin değerlendirme, beklenti ve eğilimlerini gösteriyor. Ekonomik güven endeksinin 100’den küçük olması genel ekonomik duruma ilişkin beklenti ve değerlendirmelerin kötümser olduğu anlamına geliyor. 

Mevsim etkilerinden arındırılmış nisan ayı tüketici güven endeksinde, reel kesim (imalat sanayii) güven endeksinde ve imalat sanayi kapasite kullanma oranında mart ayına göre düşüş görülüyor. Ayrıca mart ayı Türkiye imalat PMI endeksi de son 10 ayda ilk kez eşik değer olan 50.0’nin altına gerileyerek 49.4 seviyesinde gerçekleşti. Bu göstergeler, ikinci çeyrekte imalat sanayiinin yavaşlama eğilimine girdiğini gösteriyor. Bunca teşvik ve sübvansiyonlar, düşük faizli kredi bolluğu sanayi üretimini canlandırmaya yetmiyor.

LİKİDİTE GENİŞLEMESİ ENFLASYONU BÜYÜTÜYOR

Buna karşın hizmet sektörü güven endeksinde, ticaret sektörü güven endeksinde ve inşaat sektörü güven endeksinde ise mart ayına göre hafif bir toparlanma olduğu görülüyor. Daha önce aylarca düşen bu endekslerin toparlanmasında gelecek dönemlerde talep artışının olacağı ve iş hacminin genişleyeceği beklentilerinin etkili olduğu ifade ediliyor. 

Bu iyimserlikte, Covid-19 salgınının giderek etkisini yitirmiş olmasının payı var. Ayrıca diğer ülkeler, likidite daraltması ve faiz artışı tedbirleriyle enflasyon artışını sınırlandırılmaya çalışırken daha yüksek enflasyon oranlarıyla karşı karşıya olan Türkiye, likidite genişlemesine ve faiz indirimlerine gitti. İktisat kuramına aykırı bu para politikası bir yönüyle ekonomik büyümeyi desteklese de yüksek enflasyonist sonuçlar ve daha büyük belirsizlikler doğurarak ekonomik işleyişi bozmaktadır. BDDK verilerine göre, toplam kredi hacmi 22 Nisan ile biten haftada geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 46.74 oranında artarak 5.4 trilyon liraya çıkmış, bunun yarıdan fazlası mali olmayan kesime verilen TL cinsi ticari kredilerden oluşuyor. 

Hatırlayalım, Eylül 2021’de enflasyon (TÜFE) oranı ve politika faizi oranı yüzde 19’lar civarında başabaş noktasındaydı. Bugün politika faizi yüzde 14’lerde, resmi enflasyon rakamı yüzde 61.14’lerde. Böylece tasarruf sahiplerinin cezalandırıldığı, borçlu kesimlerin (ki en büyük borçlu devlet) ödüllendirildiği, enflasyonist şişkinlik üzerinden daha çok vergi alındığı haksız bir gelir transferi sistemi kuruldu. Bu sistemin en büyük mağdurları ise satın alma güçleri eriyen ve giderek daha çok yoksullaşan dar ve sabit gelirliler oldu. 

TÜKETİCİ GÜVENİ DİPTE

Nisan ayı tüketici güven endeksi 7.3 puan düşerek 67.3’e, tarihi dip seviyesine indi. Tüketici güveninin alt endekslerinden en fazla düşüş mevcut dönemde hanenin maddi durumunda görülüyor. Tüketicilerde belirgin bir kötümserlik ve işsiz sayısının artacağı beklentisi var. Türk-İş’in nisan ayına ilişkin açıkladığı açlık ve yoksulluk sınırı verileri, hayat pahalılığındaki artışın ulaştığı boyutları gösteriyor: Gıda enflasyonu nisanda aylık yüzde 8.02, son 12 ayda yüzde 85.02 olarak hesaplandı. Dört kişilik bir ailenin beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı olan açlık sınırı 5 bin 323.64 TL oldu. Gıda harcaması ile giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı olan yoksulluk sınırı ise 17 bin 340.47 TL olarak tespit edildi. Türkiye’de çalışan nüfusun yarısı (asgari ücret, 4 bin 253 -TL) açlık sınırının altında, büyük çoğunluğu ise yoksulluk sınırının altında ücretle geçinmeye çalışıyor. Emeklilerin ve işsizlerin durumu içler acısı, küçük çiftçi ve esnafın da durumu farksız değil. Gelir dağılımında bozulan adaletin yansımaları, devlet yönetiminde daha fazla kuralsızlık ve otoriterleşme olarak karşımıza çıkıyor.

Cumhuriyet | İrfan Hüseyin Yıldız