Ekonomik şartların ağırlaşması, pandemi sürecinde mevcut kâr marjlarının iyice düşmesi, sektörel bazda oluşan talep azalması, tüm firmaları pazarlama satış alanındaki arayış ve yapılandırma ile beraber, maliyetlerin azaltılması yönünde de büyük bir baskı oluşturmuştur. Çünkü firmaların kârlılığını etkileyen faktörlerden bir tanesi satış tutarını ve rakamı artırmak, diğeri ise maliyetlerin olabildiğince aşağıya çekilebilmesidir. Maliyetler içerisinde, %25 oranı ile kurumlar vergisi de önemli bir yer tutmaktadır. Dolayısıyla istisna ve teşviklerden faydalanarak düşük vergi oranı ve / veya hiç vergi ödemeden faaliyet göstermek firmalar için daha bir anlamlı hale gelmektedir. Bu nedenle önceden beri var olan vergi teşvikleri daha bir anlamlı hale gelirken, firmalar yeni teşvik ve istisnalardan yararlanmak istemektedirler.

1985 yılında yayınlanan 3218 sayılı Serbest Bölgeler Kanunu ile serbest bölgelere vergisel avantajlar getirilmiştir. Serbest Bölgeler Kanunu’na 5084 sayılı Kanun’la eklenen geçici 3-1 maddesin de;

“Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla bu kanuna göre serbest bölgelerde faaliyet göstermek üzere kurulan ruhsat almış mükelleflerin; bu bölgelerde gerçekleştirdikleri faaliyetleri dolayısıyla elde ettikleri kazançlar, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla faaliyet ruhsatlarında belirtilen süre ile sınırlı olmak üzere gelir ve kurumlar vergisinden müstesnadır. Bu istisnanın Gelir Vergisi Kanunu’nun 94. maddesinin 1-6/b bendi kapsamında yapılacak tevkifatlara etkisi yoktur” hükmü yer almaktadır.

Gelir Vergisi Kanunu’nun 37. maddesinde; her türlü ticari ve sınai faaliyetlerden doğan kazançların ticari kazanç olduğu belirtilmiş, kollektif ortaklıklarda ortakların, adi veya eshamlı komandit ortaklıklarda ise komandite ortakların, ortaklıklarından aldıkları payların şahsi ticari kazanç hükmünde olduğu, hüküm altına alınmıştır.

Yukarıdaki madde hükmüne göre kollektif şirketlerin ayrı bir tüzel kişiliği olmasına rağmen, yıllık gelir vergisi yönünden kanun doğrudan doğruya ortaklığı vergilemek yerine, şirketin ortağı olan gerçek kişileri gelir vergisi mükellefi kabul etmiştir. Yani adi ortaklıklarda olduğu gibi ortaklık değil ortaklar ayrı ayrı vergilendirilmektedir.


Şimdi diyeceksiniz ki, biz bunları biliyoruz bunlar genel bilinen gerçekler serbest bölgede ki avantajı nerede? Açıklayalım!

Kollektif şirket ortaklarının şirket tüzel kişiliği olarak değil ortakların ayrı ayrı vergilendirilmesinde, ortakların elde ettikleri kazanç ticari kazanç hükmünde olduğu için, serbest bölgeler kanununda ise elde edilen ticari kazanç vergiden müstesna bulunması nedeniyle ortaklar herhangi bir vergi ödemeyeceklerdir. Aslında buraya kadar da diğer tüzel kişilerin, (anonim şirketlerin ve limited şirketlerin) vergilendirilmesi yönünden bir farklılık bulunmamaktadır. Ancak limited ve anonim şirketlerin elde ettikleri karın, gerçek kişi ortaklara dağıtımı GVK 94. madde hükmüne göre ayrıca vergilendirilmesi gerekmektedir. Kollektif şirketlerde ise, ortaklarının gerçek kişi olması nedeniyle zaten ayrıca bir kar payı dağıtımı söz konusu olmayacaktır. Dolayısıyla kâr dağıtımı söz konusu olmadığı için ayrıca bir vergilendirme de söz konusu olmayacaktır. Bu şekilde de serbest bölgede kollektif şirket şeklinde faaliyet gösterilmesi diğer şirket şekillerine göre vergilendirme açısından daha avantajlı hale gelmektedir.
 

Bu şekilde önemli bir maliyet unsuru olan vergi; hem ticari faaliyet kapsamında istisna kapsamında olurken, hem de kar dağıtımı söz konusu olmadığı için ayrıca bir vergilendirme söz konusu olmayacaktır. Mükellefler ise bu şekilde “sıfır” vergi ile iş yapmanın keyfine varacaklardır.

Ne dersiniz, işlevini yitirmekte olan kollektif şirketler vergisel avantajları ile yeniden gündeme gelecek mi?

Yılmaz SEZER