Nasreddin Hoca, eşeğini kaybetmiş, şarkı söyleye söyleye dolaşıyormuş. “Be hey hoca” demişler, “insan üzülür, üzüntüsünü belirtir, böyle eşeği kaybolduğunda. Hoca, ben şu dağın tepesine kadar eşeğimi bulamazsam siz seyreyleyin o zaman bendeki vaveylayı” demiş. 
Çetin Altan, yıllar önce bazen, bugün benim içimden yazmak gelmiyor derdi. 
İki gün önce, Osman Ulagay da bir Nasrettin Hoca yazısı yazmış, emin olun onu taklit etmiyorum. 
Bir haftadan fazladır grip oldum. Bu yazıyı da bir haftadır yazamıyorum. Sevgili yazı işleri müdürümüz Semih Aydın’a yazamayacağımı bildirdim. Ama “cumartesine kadar nasıl olsa sen yazarsın” dedi. O da patronlarından mı korkuyor ne? 
26 senedir yazıyorum, Semih Aydın’ın sevgili patronları bana bir sarı basın kartını değil, sahte basın kartı bile veremediler. Tahmin ediyorum ki bizi çakma gazeteci sayanlar var. 
Şimdi Diyarbakır Valisi olan Sayın Münir Karaloğlu, Bursa’ya geldiğinde bizi de gazeteciden sayarak ilk toplantıya çağırmıştı. O sırada gazetede maaşla-ücretle çalışan bir gazeteci arkadaşımız çakma gazetecilerden bahsetmez mi? Tabii, benim sarı basın kartım olmadığı için çok sinirlenmiştim, “acaba çakma gazetecilerden biri de ben miyim?” diye düşünürken hayatımda ilk defa tansiyonum fırlamıştı ve çok acele hastaneye yetiştim. O gün, bugündür tansiyon hapı kullanıyorum. 
Öyle anlıyorum ki, benim de çeyrek asır aynı gazeteye yazdıktan sonra veda zamanım geldi de geçiyor galiba. 
Yıl sonu gelmiş, vahşi kapitalizm uygulanan ülkemizde, üretim ve ihracat erbabı, gelecek yılın bütçelerini yapacak, ama vergi ve sosyal düzenlemeler yağmur gibi yağıyor, resmi gazetede her gün bir değişik tebliğ, uygulama veya açıklama, yahut daha önce eksik açıklanan tebliğ açıklamalarına bir daha açıklama. 
Emin olun, sadece muhasebe, bağımsız denetim ve ithalat, ihracat elemanları değil, patronlar da neye karar vereceklerine karar veremez oldular. Bizim gibi danışmanlara da inanç ve itimatları sarsılmaya başladı. 
Zaten bana sorduklarında, ben yasa ve tebliğleri biraz açıklamaya çalışıyorum, bakıyorum, gözleri cam gibi oluyor hemen kesiyorum konuşmayı ve bir Nasrettin Hoca hikayesi anlatıyorum. Boş verin iş olacağına varır diyorum ve de 3 hikaye anlatıyorum. Tıpkı gökten üç elma düşmesi gibi

1. Hayatımdan kesitlerden ve yaşadıklarımdan bir hikaye anlatıyorum. Beraberce gülüyor veya ağlıyoruz. 
2. Bakın arkadaşlar diyorum, bu ülke turizm geliri ve nereden geldiği belli olmayanlar dahil ihracat geliri ile birlikte 300 milyar dolar geliri olan bir ülke, ayrıca da en az 300 milyar dolar ithalatı olan bir ülke. Demek ki 600 milyar doları yurtdışına bağlı bir ülke. Böyle bir ülkenin milli geliri 700 milyar dolar olmaz. 3 kişiye bir araba düşen ülkenin milli geliri 700 milyar dolar olmaz. Korkmayın bir müddet sonra bunların hepsi geçer.
3. Yine de bakın arkadaşlar diyorum, şahidim yok ama, gazetemiz yazarlarından 6 sene önce ölen sevgili dostum İlker Parasız, parasız zamanında değil de Merkez Bankası Yönetim Kurulu üyesi iken sık sık görüşürdük. “Cevdet, öyle bir çalışma yapıyoruz ki, eğer tutarsa emin ol Nobel Ekonomi Ödülü’nü biz alacağız” diyordu. 
Bu anlattıklarımı iyi okuyun, belki de Nobel ekonomi ödülünü almak için çalışma yapıyoruz. Allah Allah. Üreten ihracat yapanlar, söylenmiyorlar mı işte onlara çok kızıyorum. Paraları koyacak yer bulamıyorsunuz, hala söyleniyorsunuz. Hele hele Atatürk’ün fabrikaları satıldı, satacak fabrika kalmadı demiyorlar mı? Hoop orda durun diyorum. Atatürk’ün fabrikaları 130 tane idi, sadece Bursa’da 3000’den fazla fabrika var. Onları da satarız, diyorum ve olamaz, naaayır, diye bir haykırış kopuyor. Efendim, o fabrikaları onlar dişleri ve tırnakları ile yapmışlar. Olabilir. Olmaz mı diyoruz? 
Neyse, inşallah yılbaşında asgari ücrete iyi bir zam gelir de tekrar 350-400 dolarlık asgari ücret seviyesine geliriz. O zaman, herkes şapkasını önüne koyar ve dövizde de istikrar olur inşallah diyorum.           
 Herkese işlerinde başarılar diliyorum. 

EkoHaber | Cevdet AKÇAKOCA