Bilindiği üzere 2018 yılından beri yaşanan yüksek kur artışlarının yol açtığı zararlar nedeniyle doğan sermaye kayıpları Türk Ticaret Kanunu’nun 376’ncı maddesi hükümleri gereğince birçok şirketin tasfiyeye gitme zorunluluğunu doğurabilecek bir ortam yaratmıştır. TTK’nın 376’ncı Maddesinin Uygulanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Tebliğ’in Geçici 1’inci maddesinde yapılan düzenleme ile her ne kadar sermaye kaybı veya borca batık olma durumuna ilişkin yapılan hesaplamalarda henüz ifa edilmemiş yabancı para cinsi yükümlülüklerden doğan kur farkı zararlarının tamamı ile 2020 ve 2021 yıllarında tahakkuk eden kiralamalardan kaynaklanan giderler, amortismanlar ve personel giderlerinin toplamının yarısının dikkate alınmayabileceği öngörülmüş ise de bu düzenleme sorunun çözümü için yeterli olmamıştır.

Kanaatimizce burada, “henüz ifa edilmemiş yabancı para cinsi yükümlülüklerden doğan kur farkı zararları” hesap edilirken farklı bir yöntemin kullanılması gerekmektedir. Şöyle ki; bir şirketin dönem başındaki yabancı para cinsinden borç ve yükümlülükleri, dönem içerisinde ödemeler yapılmış olsa da dönem sonuna gelindiğinde aynı tutardaysa bu şirketin yabancı para cinsinden yükümlülüğünün ifa edildiğinin düşünülmemesi gerekir. Zira şirketin yükümlülüğünde herhangi bir azalma söz konusu değildir. Dönem başına göre dönem sonunda yükümlülük azalmışsa o zaman ifa edilmiş yükümlülükten bahsedilebilir. Basit bir örnek verecek olursak; öz kaynaklarının durumu aynı olan iki ayrı şirket düşünelim. A şirketinin 3 yıl ödemesiz dönemi olan 10 milyon USD uzun vadeli kredi borcu olduğunu, B şirketinin ise 6 ayda bir yenilenen yine aynı 10 milyon USD tutarında spot kredi veya Eximbank kredi borcu olduğunu varsayalım. Şu andaki düzenlemelere göre A şirketinin kur farkı zararları borca batıklık hesaplamasında dikkate alınmayabilecekken, B şirketinin her kredi yenilemesinde doğan kur farkı ödeme kur farkı kabul edilerek borca batıklık hesaplamasında hesap dışında tutulamayacaktır. Halbuki, B şirketi döviz kredi borcunu yine döviz kredisiyle ödemiştir ve kur artışı nedeniyle sermayesindeki eksilmenin A şirketindekinden hiçbir bir farkı yoktur aslında. Çünkü halen aynı döviz borcu devam etmektedir ve belki de tamamen ödenip ifa edildiğinde kur düşüşü nedeniyle sermayesinde gerçek bir eksilme yaşanmayacaktır. A şirketinde bu gerekçeyle dikkate alınmayabilecek olan kur farkları aynı şekilde B şirketinde de dikkate alınmaması gerekir.

Bu nedenle ifa edilmemiş yabancı kaynaklara ilişkin kur farklarının hesabında; her yabancı para cinsinden yükümlülük kendi içinde ayrı ayrı değerlendirilerek, öncelikle iktisadi kıymetlerin maliyet bedeline ilave edilen kur farklarına ilişkin yabancı para cinsi yükümlülükler hesaplama dışında tutulmak suretiyle, dönem sonu ve dönem başı yabancı para cinsinden yükümlülükler karşılaştırılmalıdır. Karşılaştırma sonucunda, dönem sonunda dönem başındaki yabancı para cinsinden borç ve yükümlülüklere göre azalma yoksa ifa edilmiş bir yükümlülükten bahsedilmemeli, eğer ki azalma varsa o takdirde azalan kısım dışındaki yükümlülük ifa edilmemiş sayılarak, dönem içinde zarar yazılan kur farklarının dönem sonu yükümlülüğün dönem başı yükümlülüğe oranına isabet eden kısmı dikkate alınmamalıdır. Geçici 1’inci maddeye bunu ifade eden bir paragrafın ilave edilmesi kanaatimizce hakkaniyeti sağlayacaktır.

Bunun dışında; bir çelişkili durumda Finansal Yeniden Yapılandırma Çerçeve Anlaşması’na bakımından yaşanmaktadır. Bilindiği üzere; Finansal Yeniden Yapılandırma Çerçeve Anlaşması, borç geri ödemelerinde geçici sorun yaşayan veya sorun yaşaması muhtemel görülen şirketler için yapılmış özel bir hukuki düzenleme niteliğinde olup, sadece düzenlemede belirlenen şartları haiz şirketlere özel olarak uygulanabilmektedir. FYY başvurusunda bulunan şirketler, maruz kaldıkları kur farkı zararları nedeniyle Türk Ticaret Kanunu’nun 376’ncı madde kapsamında tanımlanan sermaye kaybı veya borca batık olma durumuna uyan konumda da olabilmektedir. Bu konumdaki şirketlerin FYY anlaşması yapmasına ilişkin herhangi bir hukuki engel bulunmamaktadır. Dolayısıyla, alacaklı finans kuruluşlarıyla yasal düzenlemeler doğrultusunda anlaşma sağlamış ve borçlarını belli bir plan çerçevesinde ödeyebilmesi için şirkete gerekli vade tanınmışken, diğer taraftan bu şirketin yönetim kurulunun TTK 376’ncı maddeyi gerekçe göstererek şirketin iflasını isteme yükümlüğünün bulunması, büyük bir çelişki doğurmaktadır. Bu nedenle Geçici 1’inci maddeye Finansal Yeniden Yapılandırma Çerçeve Anlaşması kapsamında yeniden yapılandırma yapmış veya yapma başvurusu değerlendirme sürecinde olan şirketler için TTK 376’ncı maddenin sermaye kaybı veya borca batık olma durumuna ilişkin hesaplamalarda 1/1/2018 – 31/12/2022 tarihleri arasında oluşan tüm kur farkları ile finansal yapılandırma başvuru süresi ve belirlenen finansal yapılandırma anlaşması süresinin sonuna kadar finansal borçlanmalardan doğan kur farkı zararlarının dikkate alınmayacağına dair bir paragraf ilave edilerek yaşanan çelişkili durumun ortadan kaldırılması gerektiği düşünülmektedir.

Sonuç olarak, Geçici 1.’inci maddede yapılacak değişiklikle maddeye önermiş olduğumuz ilavelerin yapılması durumunda TTK 376’ncı maddenin kur artışları nedeniyle ülkede yaratmış olduğu sorun büyük ölçüde giderilmiş olacaktır.

Dünya | Tamer GENÇOĞLU