Gerçekten de öyle, hemen her gün yeni bir şey öğreniyoruz. Olsun, yeni şeyler öğrenmekte fayda var. Son günlerde kamuoyunda tartışılan tasfiye karı ve tasfiye payı da, bu yeni şeyler arasında.

Aslında tasfiye karı ile tasfiye payı arasındaki farkı biliyorduk da, bunların ortaklara dağıtılması halinde ikisi arasındaki ince ayrıntının ne olduğunu bilmiyorduk! Şimdi, bu ince ayrıntıyı çok merak ettiniz değil mi?

Hemen söyleyelim: Tasfiye karının ortaklara dağıtımı vergiye tabi, tasfiye payının ortaklara dağıtımı vergiye tabi değil!

Nasıl mı oluyor? İşte cevabı!
 

Tasfiye, Tasfiye Karı ve Tasfiye Payı Ne Demek?

Literatürde;

Tasfiye, şirketin faaliyetine herhangi bir nedenle son verilmesi ve hesaplarının kapatılması olarak tanımlanıyor. Şirketin malvarlığının elden çıkartılması, alacaklarının tahsili ve borçlarının ödenmesi, ortaklar, yöneticiler, personel, satıcılar, alıcılar, kamu kurum ve kuruluşları ile diğer üçüncü kişilerle olan tüm ilişkilerin sona erdirilmesi dahil hepsi tasfiye kapsamında.

Tasfiye karı; tasfiye döneminin sonundaki servet değeri ile tasfiye döneminin başındaki servet değeri arasındaki olumlu fark olarak tanımlanıyor (Kurumlar Vergisi Kanunu Mad. 17/4). Yani, şirketlerin tasfiye dönemi içerisinde elde ettikleri karı ifade ediyor.

Tasfiye payı ise, tasfiye süreci sonunda şirket malvarlığının nakde dönüştürülerek, her çeşit borç ve verginin ödenmesi sonrasında kalan ve ortaklara dağıtılacak olan tutar olarak ifade ediliyor.
 

Tasfiye Karı ve Tasfiye Payının Ortaklara Dağıtılması Arasındaki İnce Fark Ne?

Şirketlerde tasfiye karı ile tasfiye payının ortaklara dağıtılması arasında ciddi vergilendirme farkı var. Bu ise, Maliye ve Danıştay’ın farklı görüş ve kararlarından kaynaklanıyor. Bu nedenle, her ikisi arasındaki ince farkı bilmek ve ona göre davranmak şart!
 

Bu Konuda Maliye Ne Diyor?

Maliye, gerek tasfiye karı ve gerekse tasfiye payının (ödenmiş sermayenin üzerinde olan kısmı) ortaklara verilmesinin kar payı dağıtımı (menkul sermaye iradı) olduğu ve kar payı stopajına tabi bulunduğu, daha önceki yıllarda şirket sermayesine eklenmiş olan geçmiş yıl karlarının ve/veya yedek akçelerin, şirketin tasfiyesi sebebiyle ortaklara dağıtılması durumunda elde edenin hukuki kişiliğine göre kar dağıtımına bağlı vergi kesintisi yapılması gerektiği görüşünde. Bu konuda verilen çok sayıda özelge bulunuyor (Örneğin, İstanbul VDB’nin 23.02.2012 tarihli ve B.07.1.GİB.4.34.16.01-GVK 94-723 sayılı Özelgesi).
 

Peki, Danıştay’ın Bu Konudaki Görüşü Ne?

Danıştay ise, tasfiye karı ile şirketin olağan dönemde elde ettiği karın ortaklara dağıtılması arasında herhangi bir fark bulunmadığı, her ikisinin de ortaklara dağıtılması sırasında kar payı stopajının yapılması gerektiği, ancak, tasfiye payının, şirketin bütün mal varlığının nakde dönüştürülmesi ve borçlarının ödenmesinden sonra kalan tutar olması nedeniyle ortaklara dağıtılması halinde, ortakların elde ettiği bir kar payından ve menkul sermaye iradından söz edilemeyeceği görüşünde.

Danıştay’ın bu konudaki en son Kararının özeti şu şekilde:

“Dosyanın incelenmesinden; davacının tasfiye memurluğunu yaptığı şirketin 02.05.2012 tarihinde tasfiyeye girdiği, tasfiye sürecinde elde edilen tasfiye kârından % 20 kurumlar vergisi ve % 15 gelir (stopaj) vergisi kesintisi yapıldıktan sonra kalan ve ortaklara dağıtılan servet değeri (tasfiye payı) üzerinden Maliye Bakanlığı’nca son yıllarda verilen özelgeler sebebi ile sonradan vergi tarhiyatı ile karşılaşmamak adına % 15 gelir (stopaj) vergisi kesintisi yapılıp ihtirazi kayıtla verilen beyanname üzerine tahakkuk eden verginin ödendiği anlaşılmaktadır.

Dağıtılmadığı sürece tevkifata ve beyana konu olmayan kâr payları Yasa hükümlerinin tanıdığı imkândan faydalanılarak sermayeye eklendiğinde şekil değiştirmekte ve kâr payı olmaktan çıkıp sermaye haline gelmektedir. Bu nedenle de tasfiye sonucu geri verilen sermaye paylarından dağıtılmayan kâr payını ayrıştırıp vergilendirmek, Yasa’nın kârın sermayeye eklenmesinin kâr dağıtımı sayılmayacağı yönündeki hükmüne ve amacına aykırı olacaktır. Anılan hükümler uyarınca tam mükellef kurumların elde edecekleri kârın dağıtılması halinde maddelerde belirtilen şekilde bu kâr payları üzerinden tevkifat yapacakları açık olmakla birlikte söz konusu kârın dağıtılmayıp sermayeye eklenmesi durumunda Yasa hükmü uyarınca tevkifat yapılmayacaktır.

Öte yandan vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin yasa ile konulacağı vergi sistemimizin vazgeçilemez bir unsuru olmakla birlikte, bu duruma aykırı şekilde yapılan bir vergilendirmenin, verginin yasallığı ve hukuk devleti ilkelerini ihlal edeceği tartışmasız olup, yasada öngörülmeyen bir hususun tebliğ, sirküler, özelge gibi idari işlemlerle vergilendirilmesi mümkün olmadığından, ihtirazi kayıtla verilen beyanname üzerinden yapılan dava konusu tahakkuk işleminde ve Vergi Mahkemesinin redde ilişkin hüküm fıkrasında isabet görülmemiştir.” (Danıştay 9. Dairesi’nin 13.02.2019 tarihli ve E.2016/4386, K.2019/292 sayılı Kararı).
 

Danıştay’ın Bu Kararı, Kesinleşmiş Bir Karar Mı?

Hayır, Danıştay 9. Dairesi’nin yukarıda belirtilen kararı, henüz kesinleşmiş bir karar değil, bir bozma kararı.

Bozma kararı verilen ilk derece Vergi Mahkemesi kararının özeti ise şu şekilde:

“GVK’nın 94/6-B bendindeki “kârın sermayeye ilavesi kâr dağıtımı sayılmaz” hükmünün amacı, şirketlerin dönem kârlarını nakit olarak dağıtmak yerine sermayeye ekleyerek ortaklarına bedelsiz hisse vermeleri ve böylece şirketlerin mali bünyelerinin kuvvetlendirilmesidir. Ancak, tasfiyeye giren şirketin mali bünyesinin kuvvetlendirilmesine gerek bulunmadığından, bu durumun sonucu olarak tasfiyeye giren şirketin geçmiş yıllarda elde ettiği ve ortaklara dağıtılmamak suretiyle kesintiye uğramayan kârların tasfiye aşamasında ortaklara dağıtılması halinde stopaja tabi tutulması gerekir.”
 

Peki, İlk Derece Vergi Mahkemesi Bozma Kararına Uyarsa Ne Olur? Uymayıp Kararında Israr Ederse Ne Olur?

İlk derece vergi mahkemesi Danıştay 9. Dairesi’nin bozma kararına uyarsa sorun yok, mahkemenin bozma kararına uyarak verdiği karar yeniden Danıştay’a gelecek, Danıştay 9. Dairesi onadıktan sonra karar kesinleşecek.

Vergi mahkemesi bozma kararına uymaz ve ilk kararında ısrar ederse, ısrar kararı yine Danıştay’a gelecek ancak 9. Daireye değil. Bu defa, ısrar kararı Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu’nda görüşülerek karara bağlanacak. Yani, bu konu daha oldukça su götürür.

Yalnız, kurumların karlarını sermayeye eklemek suretiyle gerçekleştirdikleri kar dağıtım işlemlerinde gerçek kişi ortaklarca elde edilen kar paylarının menkul sermaye iradı olduğu ve beyan edilmesi gerektiğine ilişkin düzenleme 231 Seri No.lu Gelir Vergisi Genel Tebliği ile yapılmıştı. Danıştay 4. Dairesi, 6.12.2000 tarih ve E:2000/1307, K:2000/5053 sayılı Kararı ile, Gelir Vergisi Kanunu’nun 94. maddesinin birinci fıkrasının 6/b-i numaralı bendinde karın sermayeye ilavesinin kar dağıtımı sayılmayacağından bahisle ortaklar açısından da elde edilmiş bir kar payından söz edilemeyeceğini belirterek, 231 Seri No.lu Tebliğin iptaline karar vermişti. Bu iptal kararı, Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulu'nun 8.6.2001 tarih ve E. 2001/180, K.2001/224 sayılı kararı ile de onanmıştı.
 

Sonuç olarak;

Tasfiye payının ortaklara dağıtılması halinde vergilendirme yapılıp yapılmayacağı konusu şu an için oldukça karışık ve tartışmalı. Bu hususun yargı kararları ile kesin çözüme bağlanması zor ve uzun bir süreç. Bize göre, bu sorunun en kestirme ve kesin çözümü, Gelir Vergisi Kanunu’nda düzenleme yapılması. TBMM açıldığında ilk yapılacak düzenlemelerden birisi, bize göre bu olmalı.

Burada belirtmek ve dikkat çekmek istediğim diğer önemli bir husus ise, Danıştay’ın son iptal kararlarına yansıyan “yasada öngörülmeyen bir hususun tebliğ, sirküler, özelge gibi idari işlemlerle düzenleme yapılarak vergilendirilmesinin mümkün olmadığı” şeklindeki gerekçe.

Maliye’nin yapacağı düzenlemelerde özellikle bu hususa dikkat etmesinde fayda var.

Ne dersiniz?

OgünHaber | Abdullah TOLU