Artık İpekiş anılarını biraz karışık tarihlerle gireceğiz. 

1984 yılı idi. Frankfurtta bir moda, tekstil ve kumaş fuarı olacaktı. Sevgili genel müdürüm Barlas Sumer, o seneki fuar programına benim de gitmemi uygun gördü ve yönetim kurulundan Frankfurt fuarına gitmem için karar çıkarttı. Artık yatırımların esas önemli kısmı da çalışmaya başlamıştı. Bu sene fuara daha sonra İpekiş'te genel müdürlük de yapacak olan Dokuma Şefi Zekeriya Usta ile gidecektim. 

Her ikimiz de paramızı dikkatli harcayan insanlardık. Bizim görevimiz fuarı gezmek, o yılın modası konusunda bilgi sahibi olmak idi.

Öyle gösterişli otellerde kalmaya da lüzum yoktu.

Alacağımız harcırahın artan kısmı da bizim tasarrufumuz olacaktı. Bu sebeple, seyahat acentesi ile de konuşarak geceliği 30 veya 35 mark olan bir otelde ikimiz aynı odada kalmak üzere yer ayırttık. 

Frankfurt havaalanı

Frankfurta geldik. O gece yorgun argın otele ulaştık. Bir ismini biliyoruz, taksi şoförüne söylüyoruz ve otele geliyoruz, yatıp uyuyoruz. Sabah erkenden kalkıp fuar alanına gidiyoruz, gece yarısına kadar veya fuar kapanıncaya kadar geziyoruz. O tarihteki fuara katılan Çukurova, Zorlu gibi bir iki firma ve de bir Bursalı desen firması idi. 

Messe Frankfurt fuarı

Akşam otele döndüğümüzde otelin müdürü dışarı çıkın biraz gezin diye nasıl ısrar ediyor bir bilseniz. Ama biz yorgunluktan bitmişiz, Zekeriya bey daha da yorulmuş, gördüğü desenlerin aklında kalanlarını çizmeye çalışırken bir akşam ağzından burnundan kan boşalmıştı.

Son geceye kadar dışarı çıkamadık, son geceyi yazımın sonunda anlatacağım. 

Öğlenleri fuar alanındaki lokantada yemek yiyoruz. 

Bakıyoruz, sadece küçük bir ekmek geliyor. Daha ekmek istiyoruz, dinleyen yok. Bir baktım, arkamdaki masada bir sepet dolusu ekmek var. Döndüm, arkadaşlardan ekmek isteyene bir tane alıp veriyorum. Bu arada arkadan bir kadın sesi AYN MARK – AYN MARK  diye bağırıyor. Karnımızı Türk usulü bol ekmek yiyerek doyurduk. Sonra öğrendik ki o ekmeklerin her birisi bir mark imiş ve kadın ben ekmek aldıkça bir mark diye bağırıyormuş. 

Hesap yemekten pahalı çıktı vesselam.!!!!!!

Fuarı gezerken bizim müşterilerle de karşılaştık. Beraber gezmeye başladık.

"Cevdet, şunlara şu desenlerin veya kumaşların fiyatını sorar mısın? Atkısı çözgüsü nedir öğrenir misin" diyorlar. Ben de kırık dökük İngilizcemle (İngilazca diyorum genellikle) adamlardan öğrendiğimi tercüme etmeye çalışıyorum. Bizim müşteriler aman şunu da sor diyorlar. Allah Allah, meğer ben ne kadar güzel İngilizce konuşuyormuşum ki bunlar hep bana soruyorlar diyorum. 

Akşam oldu, bizim müşteriler; "Katiyen olmaz, bu akşam yeme içme, eğlence her şey bizden. Yarın akşam da bizden, sizden tek bir isteğimiz var bizimle gezeceksiniz" diyorlar. Nedenini sorduk ve kahkaha ile güldük. Meğer stantlardaki görevliler, benim İngilazcamı anlayabilmek için işi gücü bırakıyor, tamamen benimle uğraşıyorlar. Bu arada da sevgili müşterilerimiz desenlerin bir tanesini çalıyorlarmış. 

O akşam, bir Arjantin restoranında Arjantin usulü biftek ve et yedik, içtik, eğlendik, gece de gazinolara gittik. Yine yorgun argın otele geldik. Otel müdürü bekliyor, hadi dışarı çıkın diyor, biz ayakta duracak halde değiliz diyoruz. Yarın akşama söz veriyoruz. 

Ertesi gün, Bursalı desen firmasının sahipleri çok üzgün bir şekilde dolaşıyorlar. Standlarını bulamıyorlar. Uzun bir aramadan sonra devreye polisler de girdi. Sonuç, stand bulundu. Meğer Çinliler, desenleri o kadar beğenmişler ki standdaki desenleri çizmek veya fotoğrafını çekmek yerine standı olduğu gibi çalmayı tercih etmişler. Yakalandılar ve senelerce fuara sokulmadılar. 

Asıl önemli olanı unuttum.

Daha ilk gün biz Türkiye, Bursa , İpekiş adı ile fuarı gezmeye kalkınca bize izin vermediler.  Yani onlar bir şekilde bizi yasaklıyorlarsa biz duracakmıyız yani, bizde çare  tükenir mi? Bu koca gavurlar, Türk aklını, pratik zekasını hiç bilmiyorlar ha.

Aynı gün yarım saat sonra fuara kendi adımızı verip fuarın sonuna kadar biletimizi aldık bitti.

Bir akşam biraz erken çıktık. Frankfurt çarşılarını ve alışveriş merkezlerini dolaştık. Ama o kadar çok yürümüşüz ki yine yorgunluktan otele geri dönecek takatimiz kalmadı. Bir taksi çevirdik, İngilazca ile gideceğimiz yeri tarif etmeye çalışıyoruz. Şoför Türkçe konuşunca çok sevindik. 

Otele geldik. Müdür yine kapıda. Peki dedik, dışarı çıktık ki, eyvah ki ne eyvah! Meğer bizim otel Frankfurttaki seks sokaklarının ortasında imiş. Biraz sağa sola baktık ve geriye döndük. Yattık, ertesi sabah bir başka Alman şehrine giden uçağa bindik. Orada da bir iki gün kaldıktan sonra Türkiye'ye döndük. 

İnanamadığım birkaç anımı da anlatmak isterim. 

Bana verilen siparişlerden biri, şehrin uzak bir köşesindeki dükkanda imiş. Oraya gittim. Uçak saati yaklaştı ve hiçbir taksi yok. Ne yapacağımı şaşırdım.

Uçak kaçarsa yandık! Kara kara düşünüyorum.

Dur yahu bir otostop yapayım dedim. İki genç bir araba ile yanımdan geçiyordu.

El kaldırdım. "Şu kadar dakikada havaalanında olmam lazım. Taksi bulamıyorum, istediğiniz ne ise vereceğim" dedim.

Hemen, buyrun dediler. Dönülmesi yasak olan yerlerden dönerek, ters yollara girerek beni çok kısa zamanda havaalanına getirdiler.

"Almanya'da böyle mi oluyor" dedim.

Çocuklar güldüler.

Para mara da istemediler, "iyi eğlendik, size teşekkür ediyoruz, seyahatinizin güzel geçmesini diliyoruz" dediler, ayrıldılar. 

O zaman uçaklarda sigara içiliyor. Bizim uçakta sigara kokusundan nefes alamıyoruz. 

Bursa'ya yola çıktığımızda geldiğimiz otobüste içilen sigaradan temelli nefes alamaz olduk. 

İstanbul havaalanında, gümrük müdürü arkadaşım daha önceden bana bir şeyler söylemişti.

"Havaalanına iner inmez beni ara. Yoksa sana zorluk çıkarırlar, numara yaparlar" dedi.

Ben de merak ediyorum neler yapacaklar?

Öğrenmezsem ölürüm!

Sonuçta, gümrük memurları "bunu geçiremezsin" diyorlar. İlgili kanun ve tebliği söylüyorum.

Öyle böyle, ben mahsus bekledim.

Sonunda "bari bir 10 mark ver de geç yahu" dediler.

"Olur" dedim. 10 markı verdim.

Eşyalarımı gümrük hattı dışına çıkardım ve ondan sonra "Ben Gümrük Müdürü …. 'nın arkadaşıyım kendisine geldiğimi haber verin bizi karşılamak istiyordu" dedim.

O anda o gümrük memurlarının suratlarını görecektiniz. 

Eski Türkiye'de bunlar oluyordu, şimdi de oluyor mu merak ediyorum. 

Cevdet AKÇAKOCA