İçinde bulunduğumuz 21. Yüzyıldan baktığımızda biz çok yaşlı insanlardan biriyiz.  Bana doğum tarihimi soranlara 20 inci yüzyılın ilkyarısında doğdum diyorum. Haksız mıyım, kesinlikle haklıyım.  Çünkü 1945 doğumluyum o tarih de yirminci yüzyılın ilk yarısına denk gelir.  Yani ben ve benim yaşadıklarım iki asırda yaşamışlardır.

                Dediğim gibi 20 inci yüzyılın ilk yarısında Bulgaristan’ın Rusçuk şehrinin Bele kazasının Batin köyünde 16.Mayıs.1945 tarihinde doğmuşum.  Kendimce araştırmalar yapıyorum, yazıyorum. Bu arada Batin köyünde Türklerle Ruslar arasında 1809-10 yıllarında çok büyük savaşlar olmuş. Bu savaşları ilk defa ben araştırıp yazdım. Merak eden www.cevdetakcakoca.com sitemde bulup okuyabilir.  Ben bu yazıyı yayınladıktan bir müddet sonra işyeri telefonum çaldı.  Genel Kurmay Harp tarihi araştırma dairesinden bir subay aradı.  Siz bir takım araştırmalar yapıyorsunuz, İstiklal Harbi kahramanlarından Refet Bele ile ilgili araştırma yapıyorum, bu konuda bilginiz varsa yardım edebilir misiniz dedi, tabii yoktu. Cevabım olumsuz oldu.

                Bulgaristan’dan Türkiye’ye nasıl geldik, neden geldik, daha önce yaptığım bir ön çalışmamı olduğu gibi burada paylaşmak istiyorum.

               1950-1951 yılları. Ben 5 yaşında,  kardeşim 3, ağabeyim 11, annem 30, Babam 34 yaşında. Rusçuk Bele Kazası Batin köyündeyiz.  Bizler tarlada imişiz. Yan komşu Bulgar. Babama diyor ki: (Tabirler, babamın konuştuğu tabir ve konuşma şekli ile) Komonizma geliyor, yakında tarlalarınızı elinizden alacağız, sırtınıza bineceğiz, hatta karılarınızı bile alacağız. Yıllardır komşuluk yapan ve gayet iyi dost olan bir Bulgar komşu bunu söylüyor.  Öyle mi, diyerek babam adamı bir güzel dövüyor. Pardon darp ediyor?   Hemen ertesi gün köydeki evi yeri satarak, tarlaları öylece bırakarak Rusçuk şehrine gidiyoruz. Türkiye’ye göç için müracaat ediyoruz.  Geç kalmışız. 1950 yılsonu. Korkunç bir soğuk, kış.  Biz tren istasyonunda 70 gün kalıyoruz.  Bu arada ben plimonya, yani zatürree olmuşum.  Bir Ermeni doktor dizimden iğne yapıyor ve kurtuluyormuşum. 1951 da Türkiye’ye geliyoruz.  Edirne’den girdiğimiz ilk gün babam işe gidiyor.  Beş paramız yok. Akşamüstü geliyor,  2,5 lira yevmiye almış.  Sonra bizi Sirkeci’ye getiriyorlar. Büyük bir binada kalıyoruz.  Bit/pire tozu ve dezenfekte yapılıyoruz.  Ama biz küçüğüz.  Dışarı çıkıyoruz.  Ben, Hilmi ve bir kız arkadaş-akraba adı Enise.  Binadan dışarı birlikte çıkıyoruz.

Deniz kenarında büyük bir motor görüyoruz. Bizim için o bir gemi. Çocuklar ne yapar, hiçbir şey olmasa da kendi kendilerine oyun bulurlar. Biz de bir oyun bulduk.  Gemiye taş atıyoruz. İçinden bir adam çıkıyor. Ey ne yapıyorsunuz?  Kayığı mı batıracaksınız diyor.  Biz korkuyla kaçıyoruz. !

 Bir saat sonra çıkıyoruz. Gemi yok. Birbirimize bakıyoruz.  Korkudan öleceğiz.  Demek ki taş atarak gemiyi batırmışız, bir kaçıyoruz, bir kaçıyoruz ama. Uzun müddet o büyük binadan çıkmıyoruz. Yani Türkiye’ye gelir gelmez ilk suçu işlemişiz,  bir gemi batırmışız.  Sonra Bursa’ya geliyoruz.  Ailenin Türkiye’ye gelen ilk üyesi 1876-77 de gelen İslam Amcamların ailesi, Kurtul köyünde.  Onlar ve Muradiye’de bulunan Hatice halamlar bizi karşılıyor, Muradiye’de oturmaya başlıyoruz. Babam aylık 50-60 lira ile hamam tellaklığı, hamallık, süthanede işçilik vs. muhtelif işler yapıyor. Hemen en kısa zamanda şimdiki Bahar mahallesinde 100 metre arsa alıyoruz ve her Bulgaristan muhaciri gibi önce ve tek oda yapıyoruz.   Ondan sonra Türkiye’de tutunmaya çalışıyoruz.

Herkes memlekette ne kadar zengin olduğunu anlatır. Ben de anlatayım.

Herhalde dönümlerce tarlamız, atlarımız, arabalarımız vardı. Babam, ata binmede ve at yarışlarında daima birinci gelirmiş. Bunu akrabalarımız anlatırdı. Ama Türkiye’de çok zor geçindik, zorlu günler geçirdik. Sabrettik.

Ben, doğduğum köye 2018 yılında gittim. 1989 da gelip geri dönen akrabalarımla görüştüm. Çok hüzünlü bir buluşma idi. O akrabalarımla buluşma resimlerimden bazılarını paylaşıyorum.  Analarımız, babalarımız ölmüş, bizler analarımızın babalarımızın öldüğü yaşlara gelmişiz. Tabii ki insan hüzünleniyor ve hüngür hüngür ağlıyor.

İlk resim: Annemin kız kardeşinin çocukları ve torunları

İkinci resim: Köyün camisi önünde ilk buluşmamız

Üçüncü resim: Babamın kız kardeşinin çocukları ve torunları, ben ve annemin kız kardeşinin oğlu

Dördüncü resim: Her iki akraba aile fertleri ile karışık bir resim.

Gördüğünüz gibi Bulgaristan’daki bir Türk köylüsü ile Türkiye’deki köylülerimiz arasında bir fark yok.

Cevdet AKÇAKOCA