Hepimiz eski günlerde kabadayılarla, mahallenin ağabeyleri ile ilgili yazılar okuduk.

Bir kısmını mahallemizde tanıdık.

Eski günler bir başka idi diye düşünürüz. Bu konuyu da gündemime alayım dedim.


Anlatılan ve yazılanlara göre eski kabadayıların her biri özellikle kahve işletirdi.

İşte size çok eski bir resim ve bir kahve.

https://icdn.ensonhaber.com/resimler/galeri/turkiyenin_gercek_kabadayilari_kimler_2.jpg

Çakır Ahmet:

Ben 5-6 yaşlarında iken Bursa'da Bahar mahallesinde yaşıyorduk. Ağabeyim de 12-13 yaşlarında idi. Evimizin bulunduğu sokağın yan tarafındaki sokakta, ceersiz (ciğersiz) Emine ve ailesi yaşıyordu. Söylendiğine göre ciğersiz Emine'ni bir ciğeri yoktu. Eşi de ölmüştü. Bir oğlu vardı. O da 12-13 yaşlarında idi ve ağabeyimin de çok yakın arkadaşı idi. Adı Çakır Ahmet. Özellikle ramazan gecelerinde veya kandillerde mahalledeki gençlerle ev ev dolaşırlar (işte de geldi dervişler, bir mum isterler) gibi aklımda kalan tekerlemelerle kapı kapı dolaşıp bahşiş isterlerdi.

Aslında Çakır Ahmet ağabey, çok ürkek bir insandı. Kendisinden 7-8 yaş küçük olan biz küçükler bile üzerine vardığımızda kaçardı. Yoksa oyun mu yapardı, şimdi düşünüp duruyorum.

Çakır Ahmet, bir gün bir kavgada bıçağını çekmiş ve kavga ettiği adamı vurmuş. Hapse düştü. Hapisten çıktıktan sonra Çakır Ahmet Ağabeyden herkes korkar oldu. Tabii yakından tanıyan bizler değil. Bizim için yine Çakır Ahmet abi idi. Zaman geçti, pavyonlarda fedailik yaptığını duymaya başladık. Tabii yıllar geçti ve su testisi su yolunda kırıldı. Bir gün vurulduğunu duymuştuk. Ama uzun bir müddet kabadayılar aleminde yerini aldı.


Ayakkabıcı Niyazi Ağabey

Benim ağabeyim sayacı idi. Ayakkabıcılarla beraber çalışırdı. Niyazi abi diye bir yaşlıca zat vardı. Fidan han ve diğer hanlardaki ayakkabı imalathanelerinde Niyazi abinin bir zamanlar büyük ve kavgacı bir kabadayı olduğundan bahsedilirdi. Aradan zaman geçti, Niyazi ağabeyi yol kenarlarına oturmuş, gelene geçene avuç açarken gördüm. Nasıl bir kabadayı ise.
 

Bahriyeli Hüseyin

Ağabeyimin beraber çalıştığı ayakkabıcılardan biri de Tarzan Ahmet idi. Tarzan Ahmedin ağabeyinin de ayrı bir dükkanda 1950 li yıllarda fora makinesi vardı. Kardeşlerine ve diğer ayakkabı imalatçılarına göre daha zengin ve daha efendi bir adamdı. Tarzan Ahmet ise o zamanlar çok tutulan Tarzan filmlerindeki Tarzanı oynayan Lex Barker'in birebir benzeri gibi idi. 1.90 boy, ince uzun ve yakışıklı bir adamdı.

Bir gün Tarzan Ahmet'in ayakkabıcı dükkanına bir genç geldi. Tarzan Ahmet'in kardeşi imiş. Bahriyede askerlik görevini bitirmiş. Adı Bahriyeli Hüseyin. Simsiyah kısa kesilmiş saçlar. Hafif sarkık bir bıyık. Çalışırken bile içki şişesi yanında. Çok sinirli bir adam. Zamanla Bahriyeli Hüseyin'in kavgalarını atışmalarını duyar olduk. Kabadayılar aleminde büyük kabadayı olarak adının geçtiğini duyduk. Ama bu olay, bir kaç sene sürdü ve bir gün Bahriyeli Hüseyinin bıçaklanarak vurulduğunu ve öldüğünü duyduk.


Su testisi su yolunda kırılmıştı.

Kabadayılarla ilgili istisnai bir anım daha var.


İbrahim Çayla

Şoför İbrahim, Pavyoncu İbrahim, Nümune pavyon sahibi İbrahim ve Kırkpınar ağası İbrahim.

1960 lı yıllarda liseye gidiyorum. Bu arada elimizdeki çizgi romanları değerlendirmek için kardeşimle Bahar mahallesinde bir dükkan tuttuk. Okuması 5 (beş) kuruştan kiraya veriyoruz. İlk gün 20 liralık satış yapmıştık. Babamın aylığının 90 lira olduğu zamanlardan bahsediyorum. Çok ama çok büyük bir para idi. Bahar mahallesinin bütün çocukları kapıda sırada idi. Bir sabah bir baktık ki, 3 metreye 3 metre boyutlarındaki 9 metrekarelik dükkanımızın eğreti kapısı açık. Kitaplarımızın bir kısmı yok. Birkaç gece sabaha kadar nöbete durduk. Hırsızı yakaladık. En çok sevdiğimiz en iyi okurumuzdu. Babasından para alamamış, son çıkan Teksas Tommiksleri okuyabilmek için gece dükkan kapısına bir omuz vurarak her şeyi ele geçirerek okuma şansına ulaşmış.

Mahallemizde Chevrolet taksisi olan bir abimiz var. Arnavut İbrahim Çayla. Arada bir o da gelir ve bizden okumak için kitap alırdı. Okula Ticaret Lisesine devam ediyorum. Bazan otobüsle, çoğu zaman da yayan gidip geliyorum. Heykel önünden Demiryoluna yeni yeni dolmuşlar başladı. İbrahim Abinin de dolmuşçuluğa başladığını gördük. Aynı zamanda o pırıl pırıl arabası ile taksiciliğe de devam ediyor. Mahallede okuyan benim gibi çocuklara herkes elinden gelen yardımı yapmaya çalışıyor. Okuldan eve yayan inerken bir bakıyorum İbrahim Abi yanımda duruyor, atla oğlum, bin bakayım arabaya diyor ve beni mahalleye getiriyor.

İbrahim Abi'nin Kardeşleri İsmail ve Bayram Ali de benim ve Abimin arkadaşları. Her biri pırıl pırıl insanlar. Çalışkan insanlar.


Bir gün duyduk ki, İbrahim Abi adam vurmuş ve saklanıyormuş.

Bir akşam, dükkanı kapatmakta geç kalmışız (Bu arada dükkanımızda 150-200 tane Teksas Tommiks ve 15-20 tane roman bulunmaktadır, bunu da belirteyim.)

Aniden kapı açıldı ve hemen kapatıldı. İbrahim Abi, elinde bıçakla içeri girdi. Ne oldu abi dedik kardeşimle. Bakın dedi ve anlattı.

İnönü caddesinde hale doğru inerken 3-4 kişi arabasını durduruyor. Ovadaki köylerden birine götürmesini istiyorlar. Tabii, uzun bir yol, ballı kaymaklı müşteri bunlar, İbrahim Abiye göre. Eski Gemlik yolundan gidiyorlar. O zamanlar şimdiki Eski Ersöz un fabrikasından sonra her yer bomboş. Birden peşlerine bir araba takılıyor. Ama nasıl hızlı geliyor ve birdenbire İbrahim Abinin arabasına mermiler yağmaya başlıyor. İbrahim Abinin anlatışı ile.

Nasıl gaza basıyorum, nasıl kaçıyorum bir bilseniz. Ama adamlar benden daha iyi şoför. Araba delik deşik oldu. Arabamdakiler de arkadaki takip eden arabaya ateş ediyorlar. Neyse bir köye girdim. Sonra kendimi iki-üç katlı bir köy evinin kiremitlerinin üzerinde buldum. Oraya nasıl çıktığımı hatırlamıyorum. Meğer bu insanlar her iki gurup ta esrar-eroin kaçakçısı ve satıcısı imiş. Zar zor evin kiremitlerinin üzerinden indim. Delik deşik arabamı aldım. Bu arada adamlar da kaçtılar.

Aldı mı beni bir korku. Bu adamlar beni sağ bırakmaz diyorum. Yanıma bir bıçak aldım. Nitekim birkaç gün sonra birkaç kişi beni sıkıştırdı. Ben de bıçağı çektim ve birini vurdum. O zaman diğerleri kaçtılar. Ben de şimdi evde saklanıyorum. Can sıkıntısından ne yapacağımı bilmiyorum. Her akşam, size geleceğim. Bir veya birkaç kitap alacağım. Tamam mı? Tamam.

Bak Cevdet biliyorsun seni severim. Ama yine de söyleyeyim, bir şekilde beni haber verirseniz sizi de vururum. Zaten ben yanmışım dedi. Olmaz öyle şey İbrahim Abi dedik, kardeşimle birlikte. Neyse sonunda İbrahim abi bir şekilde mahkemeye çıktı, beraat etti.


Ama büyük, çok büyük kabadayı oldu.

Aradan yıllar geçti. Ben İstanbul'a Üniversite'ye gittim. Askere gittim ve geldim. Çok sevdiğim bir berber abim var. Kiremitçi mahallesinde. Zülfikar Pangal. Çok genç yaşta bir trafik kazasında vefat etti. Benim gibi kitap meraklısı. Berberler, bildiğiniz gibi çok hoşsohbet adamlardır.

Berbere bir adam geliyor. Muhasebecilik yapıyormuş. Eski polismiş. Üzerinde daima çift tabanca ile dolaşıyor. Ona okumuş diyoruz. O da çok hoşsohbet bir insan.

Bir akşam, traş olduktan sonra Berber ve okumuş beni aldılar. Artık sana dünyanın bir başka tarafını da göstermemiz gerekiyor dediler. Allah Allah ne oluyor dedim. Gel bakalım gel. Dediler. Hemen aşağıdaki caddede bir pavyona götürdüler. Biz pavyona girer girmez, ortalık karıştı. Koşuşmalar başladı. Bir takım insanlar, önümüzde arkamızda dolaşmaya başladılar.

Bir de baktım ki İbrahim Abi. Meğer pavyonun sahibi o imiş, bizim okumuşla bunların arasında husumet varmış. Bu arada berber ile okumuş beni arkalarına aldılar, her an kavga çıkacak gibi.

İbrahim Abi geldi, beni görünce, adamlara döndü. Herkes yerine, Cevdet burada, Cevdet'in yanında hiç kimse yanlış bir hareket yapmaz, herkes keyfine baksın. Hoş geldin kardeşim dedi.. O gece pavyonda bir iki saat oturduk, hafif bir şeyler içtik ve çıktık.

Gel zaman git zaman, günlerden bir gün. Gazetelerde bir haber . İbrahim Çayla, Kırkpınar ağası oldu. Gazetedeki resim bizim İbrahim Abi. Sonra Kırkpınar ağası olarak üstü açık bir araba ile Bursa'da tur attığını hatırlıyorum. Yıllar sonra ne oldu, bilemiyorum. Ama böyle de bir hikayemiz oldu.

İbrahim Çayla, 1988 yılında Kırkpınar ağası olmuş. İnternetten bulduğum bilgi bu ve bir de resmini paylaşıyorum. 1.Ekim.1940 doğumlu imiş.

İbrahim CAYLA 1988

Yani o eski kabadayılar kitaplarında yazılanlardan benzer bir kısmını yaşadım. Bu insanların büyük bir kısmının kader kurbanı olduğunu gördüm. Siz yolunuzda gidiyorsanız, sevilecek sayılacak bir insansanız, doğru dürüst bir insansanız size saygı gösterdiklerini ve size zararları dokunmadığını gördüm.

Nerede o eski kabadayılar.

LifeBursa | Cevdet AKÇAKOCA