“Dost Olalım Yapay Zekâ, Dijital Para, Anlayabildiğin Kadar Dünya, Akıllı Şehir, Gelişme Hızı İkilemi/Ortada Bir Paradoks Var” isimli makalelerimde vurgulamaya çalıştığım altın çağ veya olgunlaşma çağı diye ifade edilen döneme girmeye başladığımız şu zamanlarda küresel sermaye; batıdan doğuya kaydığı gözlenen kapitalizmin yerine uzun zamandan beri terminolojide küreselleşme kelimesini kullanmaya başlamıştır. Bugün artık küreselleşme kelimesinin devamı niteliğinde olan globalizm veya küreselizm olarak terminolojide yerini almaktadır.

       Dolayısıyla küreselizm çok önceleri kurgulanmış ancak yeni söylenir olmuştur. Kaynakları biraz araştırdığınızda teknolojideki gelişmeler ve iktidar gücünde yoğunlaşan gelişmelerin 1970’ler den itibaren globalizm olarak anlatıldığı görülmektedir. Küreselizm değişik şeyleri tek bir çatı altında toplayan bir ideolojidir. Küreselizm de tek kutuplu bir dünyanın olduğu/olması gerektiği iddia edilir. 

       Daha çok birey üzerine odaklanmış, insanı teknoloji ile birleştiren, mevcut dünya düzeninde politik, iktisadi ve dini açılardan dönüşüm olması gerektiğini savunan ve bunu ideoloji haline getiren birilerinin ortaya koyduğu bir takım ritüellerden oluşan kurallar bütünüdür.

       Kapitalizmin son aşaması olan küreselizm, tüm ideolojileri kendi ideolojisine uyumlu hale getiren bir üst ideoloji durumundadır. Bir üst ideoloji olmasına münhasıran da bir üst akıla ait olduğu da düşünülebilir.

       Bir ideoloji olarak öne sürülen küreselizm de koşul ileri sürülmeden teslimiyetin savunulduğu anlaşılmaktadır.  

       Küreselizmi savunan bu üst akıla küreselciler diye bahsetmek sanırım uygun düşecektir.

       Bu küreselcilere göre dünya teknoloji ile bütünleştirilmiş (birleştirilmiş) teslimiyeti ön planda olan yeni bir insan modeli tanışacak ve değişecektir. Yapay zekâ buna en güzel örnektir.

Transhümanizm :

       Tüm bu oluşlardan sonra gelişmiş teknolojiyle insanların geliştirebileceğini hatta bu hamleyle gerçekleştirmekle yükümlü olduğumuzu savunan transhümanizm devreye giriyor.

       Transhümanizm’ i destekleyen ana fikir; genetik mühendisliğiyle, nano teknolojiyle, klonlama ve diğer teknolojiler ile ölümsüz bir hayat yaratmanın mümkün olduğu ve bunun yapılması gerektiğidir.

       Bu terimin ilk kullanılış tarihi 1957'ye kadar gitse de bu günkü anlamına ulaşması 1980'lerde California tabanlı bir grup gelecek bilimcisi ve bilim adamlarının transhümanist hareketini oluşturmasıyla başlamaktadır.

       Transhümanizm hareketi; en zeki olarak yaşam süren mevcut insanın, kısıtlamalarının ötesinde (hastalık, engellilik, ölüm vb.) bir yaşam sürdürülebilmesi ve evrimleşmesinin hızlandırılmasının yaşamı yücelten prensip ve değerler ışığında, bilim ve teknoloji vasıtası ile sağlanmasını öngörmektedir. Tekrar ifade etmek gerekirse teknolojiyi insan bedeni ile buluşturarak ölümsüz bir hayat yaratmanın mümkün olacağı tezi savunulmaktadır.

       Yenidünya düzeni, küreselleşmiş toplum:

       Korana virüs salgınıyla “yenidünya düzeni”- “tek kutuplu dünya” terimlerini daha da sık duymaya başladık.

       Korona virüs ekonomiden uluslararası ilişkilere kadar çeşitli alanlarda dünyayı etkileyen, uluslararası toplumun dokusunu ve yapısını eskiye oranla tanınmayacak ölçüde değiştirebilen bir güç olarak karşımıza çıktı.

       Görünen o ki, görüldüğü şekliyle farkında olmadığımız ama 50 belki 100 yıl önce planlanmış ve adım adım uygulanan, insanları hatta ülke yönetimlerini dahi belli kalıplara sokacak bir plan uygulamaya çoktan sokulmuş bile.

        Yeni teknolojiler altında, askeri güce gerek olmadan, teknolojiyle, özellikle de medyaya hâkim olan güçler tarafından, insanlar güle oynaya, beyinleri yıkanarak (şartlandırılarak) etkilenebilmekte, korku imparatorluğu kurarak da dünyanın yönetilebilmekte olduğu anlaşıldı. Daha şimdiden küreselizm ideolojisinin, ulus devletin uluslararası alandaki gücünü sınırlayan ve çokuluslu şirketlerin, hükümet dışı örgütlerin, araştırma ve düşünce kuruluşlarının ve medya kartellerinin uluslararası alandaki güçlerini artıran etkisi olduğunu gördük. Küreselcilere hizmet eden sivil toplum kuruluşlarının, bilim adamlarının, yazarların, akademisyenlerin, başka bir deyişle "bireylerin" uluslararası ilişkileri etkileme ve yönlendirme olanağı sahip olduğunun farkına vardık.

       Kendilerini önceden olduğu gibi “yenidünyanın efendileri” olarak gören küreselciler, geçmişte  “yenidünya düzeni" ni, Churchill’in ağzından şöyle ifade etmişlerdi: “Dünyanın yönetilmesi, sahip oldukları dışında kendileri için hiçbir şey beklemeyen tok uluslara bırakılmalı. Dünyanın yönetimi aç insanların eline geçerse tehlike her zaman kapımızda olur. Oysa hiçbirimizin daha fazlasının peşinden koşmak için bir nedeni yok... Gücümüz bizi ötekilerin üstüne yerleştirdi. Kendi malikânesinde huzur içinde yaşayan zengine benziyoruz.”   

         Churcill’ in sözlerinden de anlaşıldığı gibi küreselizm ile güçlü devlet istenmiyor. Yerinden yönetim felsefesi ile güçlü devletlerin yapısı giderek bozulmaya çalışılıyor. Yönetilebilen daha küçük ülkeler kurulmaya çalışılacak. Çünkü hedef güçlü sermaye, güçlü şirketler ve zayıf devletler yaratmak.

       Son dönemde gerek ekonomisi, gerek milli ve manevi değerlerinin saldırı altında olduğunu düşünen ülkelerin, egemenlik anlayışını ve milli inanç sistemlerini güçlendirmeye çalıştıklarını görmekteyiz.

        Devlet ve millet olarak bizimde Atatürk ilkeleri ışığında mücadele etmemiz gerektiği aşikâr. Bilindiği gibi Türk inkılabının temel ilkesi milli birlik beraberliktir. Atatürk’ün söylediği gibi ”Milli hedefler, milli irade yalnız bir kişinin düşünmesinden değil, bütün milletin arzularının, emellerinin birleşmesinden ibarettir”

       “Gelecekte, millet yaşamını tehdit edecek tehlikelere düşmemek için, ona göre şimdiden hazırlanmak ve çalışmak, vatanını seven bütün millet bireylerinin borcudur. Gerçekten, vatanımıza ve bağımsızlığımıza göz dikenlere yalnız askerlikçe üstün gelmek yeterli değildir. Memleketimiz hakkında istilâ emelleri besleyecek olanların her türlü ümitlerini kıracak şekilde siyaset, yönetim ve ekonomi bakımlarından kuvvetli olmak gerekir.”
1922 (Atatürk’ün S.D.ll, s. 46)

 

        Türkiye Cumhuriyeti devlet ve millet olarak her zaman kendi kendisine yetmesini bilmiştir.

       Unutmayalım ki; 1929’da ekonomik buhran dünyayı kasıp kavururken, batmış bir imparatorluğun küllerinden doğan modern Türkiye Cumhuriyeti’nin, dünyadaki olumsuz ekonomik konjonktüre rağmen milli gelirini arttırdığı, fabrikalarını kurduğu, sanayi hamlesini gerçekleştirdiği, eğitimden, sağlığa tüm alanlarda devrimler yaptığını tarih ve bütün dünya gördü. Nasıl mı başardık?

“… Türk milletinin kαrαkteri yüksektir. Türk milleti çαlışkαndır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti; milli birlik ve berαberlik içinde güçlükleri yenmesini bilmiştir.” Mustafa Kemal Atatürk

Faydalı olması ümidiyle…
 

Özkan ÇİNAR                                                                                                      
Mali Müşavir/SPK Denetçisi
Yönetim Danışmanı/Eğitmen    

Kaynak: www.bdTurkey.com
(Bu makale kaynak göstermeden yayınlanamaz. Kaynak gösterilse dahi, makale aktif link verilerek yayınlanabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayınlayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır.)