12 Haziran 2011 seçimlerinden önce hepimizi şaşkınlık içerisinde bırakan ama gerçekse de çok gururlandırabilecek afişler günlerce kaldı billboardlarda. “Yerli uçağımız göklerde.” Yerli uçağımız göklerde yazan cümlelerin hemen sağında bulunan o dönemin başbakanı da kırmızı renkli uçağa bakıyordu. Seçim heyecanının vermiş olduğu olağan dışı hormonal duygular nedeniyle pek kimsenin, “fabrikası ne zaman yapıldı, uçak ne zaman üretildi” diye sorgulamadığı durum karşısında 2015 seçimlerinde yine aynı partinin başbakan adayının “yerli yolcu uçağımızı yapıyoruz” afişlerini gören muhalif seçmen biraz (!) şaşkındı. Aslında ya 2011 yılında söylendiği gibi yerli uçağımızın göklerde değildi ya da göklerdeyse, yakıt ikmali bile yapmadan 4 yıldır göklerde deli dana gibi dolaştığı düşüncesini yakıtı asla bitmeyen uzay teknolojisine sahip ülkeyiz diye algılanıp büyülemiştir mevcut iktidar partisinin seçmenini. Hiç bir siyasetçinin, seçmenin aklıyla dalga geçip “bunlar nasılsa balık hafızalı, üç gün konuşurlar dördüncü gün unuturlar” diye kırmızı renkli uçağı billboardlara koyacak kadar yüzü kızaracak söylemlerde bulunacağını düşünmüyorum. Gerçi iktidarın o seçimde aldığı oya bakılırsa metalden yapılan uçak yenmez ancak seçmen galiba bunu yemişti. Hazırlık aşamaları 16 Şubat 1925’te başlayan ve Kayseri’de TOMTAŞ ismine sahip olan ilk uçak fabrikasının açılış tarihi ise 6 Ekim 1926'dır. Tomtaş bir Türk-Alman ortaklığında kurulan firma olmakla beraber Alman şirketinin ekonomik sıkıntılar içerisinde olması sebebiyle 1928 yılında iflasını açıklamış ve tüm hisselerini Türk Hava Kurumu’na (THK) devrederek çekilmiştir. 1940 yılına kadar üretim yapılmış ancak Marshall yardımlarının getirdiği kısıtlamalar, verilen ücretsiz ve düşük ücretli uçak ve motor “yardımları(!)” nedeniyle fabrika, üretimini durdurmuş ve 1950 yılında Kayseri Hava İkmal ve Bakım Merkezi haline gelmiştir. Yani aslında ilk yerli uçağımız billboardlarda yazıldığı gibi 2011 yılında değil, bundan 95 sene evvel şu an “battı bitti” denilen Türk Hava Kurumu’nun da ortağı olduğu Kayseri’de yapılmıştır. 28 Temmuz’da Manavgat’ta başlayan orman yangınları 96 yıllık Türk Hava Kurumu’nu yeniden gündeme getirdi. Anadolu Ajansı’nın 20 Eylül 2019 tarihinde yaptığı haberde “İstanbul Havacılık, Uzay ve Teknoloji Festivali'nde (TEKNOFEST İstanbul) Türk Hava Kurumu (THK) bünyesinde bulunan ve "Ateş Kuşu" adı verilen CL-215 tipi yangın söndürme uçağı gösteri sundu” denmişti. 28 Temmuz’da çıkan yangın sonrası kiralanmış helikopterlerle yangına müdahale edilip Ateş Kuşu uçakları nerede dendiğinde; aradan geçen iki yılda Bakanlıkça THK uçakları bakımsız ve uçamaz denmesi şaşkınlık yarattı. Yangın söndürme biliminde “Uçaklar yangını söndürür ve helikopterler de söndürülen alanlarda arazözlerle ve yer personeli ile koordineli olarak soğutma yapar” şeklinde olmasına karşın, günlerce THK uçakları görev yapmadan-yapamadan- Etimesgut’ta beklediler. Yangınların adım adım ilerlediği sırada Kayyum yönetimin düğünde takı sırasında (!) olduğunu, uçakların su kapasitesine getirilen zorlama kriteler nedeniyle su alma kapasitesinin yüz litre daha az olması gerekçe gösterilerek Bakanlığın ihalesine giremediğini yani Türkiye Cumhuriyetini “yardımlarıyla” kendi dümen suyuna çeken Marshall’in ülkesi Amerika’nın kolalarından yüz tanesi kadar daha az su kapasitesinde olması nedeniyle saf dışı kaldığını sosyal medyadan öğrendik. Yine hatrı sayılır gayrimenkulleri dışında bir gelirinin de kalmadığı da bu günlerde öğrenildi. En önemli gelir kaynağı bağış ve yardımlar dışında kurban derileri olan kurumun gelirleri 29 Mayıs 1986 tarihli 3294 Sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu ile tırpanlanmış ve yine bu kanunla kurban derilerini toplama yetkisi Valilik ve Kaymakamlıklara verilmiştir. Çıkarılan 3294 sayılı kanundan evvel kurban derileri toplama yetkisi 2860 sayılı kanunda açıklanmıştır. 23.06.1983 tarihli 2860 sayılı Yardım Toplama Kanununda “Türk Hava Kurumu dışında kişi ve kuruluşların kurban derisi bağırsak toplaması, fitre ve zekât zarfı dağıtarak para toplaması halinde sorumlular, üç aydan altı aya kadar hafif hapis ve iki bin beş yüz liradan on bin liraya kadar hafif para cezasına mahkûm edilirler. Ayrıca toplanan kurban derisi, bağırsak ile fitre ve zekât paralarına el konularak, Türk Hava Kurumuna devredilir. Elden çıkarılmış olması halinde ise, değerinin iki katının alınmasına hükmedilir” (Madde 29 fıkra iki – (23/6/1983 tarih ve 2860 Sayılı Kanunun hükmüdür.)  denmektedir. Bu gün Manavgat’ta başlayıp yurdun dört bir yanını yakıp kavuran yangınların zamanında ve etkin bir şekilde söndürülememesinin birinci sebebi kurban derileri toplama yetkisinin kurumun elinden alınmış olması dersek yanlış olmaz ancak Atatürk’ten emanet bu kurumun vizyonsuz, öngörüsüz ve liyakatsiz yöneticilerin eline terk edilmiş olması da ayrı bir sebeptir. Fakat bir sebep daha var ki ona değinmeden edemeyiz. Topraklarının yaklaşık dörtte biri orman olan bir ülkenin ilgili bakanlığının tek bir adet uçağı varsa ve o uçak “yangın söndürme uçağı değil de makam uçağıysa” bu yangınların, yanan ağaçların, kurtların, kuşların ve arıların ölümünün bir sorumlusu daha var. O sorumlu da bu duruma tepki vermeyen, ses soluk çıkarmayan; sen, ben, biz yani hepimiziz. Yeniden kalkarız ayağa elbet ama bir gerçek var ki yandık, bittik, tükendik şimdi. Kimse ağlıyor gibi yapmasın, hepimizin ayakları yanmış. yürüyemeyen köpeğe, kömür olmuş sincaba ve kabuk içi kül olmuş kaplumbağaya, kurda, kuşa bir yaşam borcumuz var. Utanması ve arlanması olan herkes bakabiliyorsa; “yangına şişelerle su taşıyan, avuçlarıyla alevlere toprak atan köylünün gözlerinin içine” baksın, orada hala yangın var.