Bu ifade siyasi bir dönüm noktası olarak görülemezse de, ekonomi açısından dikkate değer. Çünkü, 4.11.2025 tarihli AB Komisyonu Türkiye Raporu her ne kadar üyelik sürecinin fiilen donmuş olduğunu teyit etse de, Gümrük Birliği’nin güncellenmesine şartlı kapı aralıyor. Şartlar; “ticaret engellerinin azaltılması ve yaptırımlar konusunda hızlı ve somut uyum”. Bu nedenle “yeni başlangıç”, tam üyelikten çok, koşullu bir ekonomik normalleşme sinyali niteliğinde.
Siyaseti zorlayan ekonomik dinamikler
AB’nin Türkiye Raporu’nda belirtildiği üzere, AB ve Türkiye arasındaki ticaret hacmi 2024’te 210 milyar Avro’nun üzerine çıktı; Türkiye AB’nin en büyük beşinci ticaret ortağı. Türkiye’nin otomotiv, makine, tekstil ve beyaz eşya üretimi, Avrupa tedarik zincirlerine yapısal olarak bağlı. Berlin’deki söylemi belirleyen de bu: Siyasi mesafeye rağmen ekonomik işbirliğinin zedelenmesi kimsenin çıkarına değil.
Gümrük Birliği modernizasyonu: Orta vadede mümkün
Gümrük Birliği’nin modernizasyonu 2016’dan beri gündemde. Etki analizleri, hizmetler, kamu alımları, dijital ticaret ve ihtilaf çözümünün kapsama alınmasının her iki taraf için de öngörülebilirliği artıracağını gösteriyor. Ancak AB Konseyi bugüne kadar Komisyon’a resmi müzakere başlatma yetkisi vermiş değil; Komisyon’un 2025 Türkiye Raporu da demokrasi, kamu yönetimi reformu, yargı–temel haklar ve adalet–özgürlük–güvenlik alanlarını katılım sürecinin temel başlıkları olarak en öne koyuyor.
Buna karşılık, 2025 yazında canlandırılan Yüksek Düzeyli Ticaret Diyaloğu, Gümrük Birliği’nin işleyişine ilişkin teknik ve idari iyileştirmeler için düzenli bir kanal oluşturdu. Bu mekanizma, modernizasyona yönelik bir ön hazırlık niteliği taşıyor.
Bu nedenle yatırımcılar açısından büyük sıçramalar beklemek gerçekçi değil; ancak orta vadede (1–3 yıl içinde), ticaret politikası, yaptırımlar ve gümrük süreçlerinde karşılıklı uyumu güçlendirecek somut adımların atılması ve modernizasyon dosyasının resmi müzakere için Konsey gündemine alınması ihtimalinin güçlenmesi muhtemel.
Almanya’nın jeoekonomik bakışı
Almanya’nın dış politika analizlerinde etkili iki düşünce kuruluşu olan SWP ve DGAP, 2025 çalışmalarında Türkiye’nin Avrupa değer zincirlerindeki konumuna dikkat çekiyor. Bu analizlerde Türkiye’nin otomotiv, makine, tekstil ve beyaz eşya sektörlerinde AB ile yüksek düzeyde bütünleşmiş olduğu vurgulanıyor. SWP özellikle Ukrayna Savaşı sonrasında artan enerji maliyetlerinin Almanya’da üretimi daha yakın coğrafyalara yönlendiren eğilimleri güçlendirdiğini ve bu çerçevede Türkiye’nin üretim kapasitesi, lojistik avantajı ve mevcut entegrasyon seviyesi nedeniyle doğal bir tedarik ortağı olarak görüldüğünü belirtiyor.
Bu çalışmalar, ticaret, menşe kuralları, veri koruma ve ihracat kontrolleri gibi alanlarda Alman şirketleri açısından öngörülebilirliğin önemine de işaret ediyor. Bu başlıklar, Avrupa’nın tüm stratejik tedarik ortakları için geçerli olan genel risk yönetimi kriterlerinin bir parçası. Dolayısıyla, Türk işletmeleri için bu kriterler, Almanya ile işbirliğinde güveni ve sürdürülebilirliği artıran unsurlar anlamına geliyor.
Türk işletmeleri ne yapmalı?
Mevcut tablo ne çok umutlu ne de çok umutsuz olmaya izin veriyor. Türkiye merkezli birçok işletme için, Türkiye’de üretim ile Almanya’da şirket ya da şube modelinin birlikte kullanılması hem ticari güven hem de AB’deki finansman ve destek mekanizmalarına erişim ile eşit rekabet bakımından güçlü bir çerçeve sunuyor. Bu yapının sürdürülebilirliği ise transfer fiyatlandırması başta olmak üzere vergi mevzuatı, üretim ve hizmet standartları, iş hukuku ve veri güvenliği gibi alanlarda tam uyuma bağlı. Çünkü Almanya’da farklı, sıkı uygulanan ve yakından denetlenen bir hukuk sisteminin bulunduğu gözden kaçırılmamalı. İhracatçı işletmeler açısından ise ürün ve hizmet standartlarıyla birlikte Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’na (SKDM) hazırlık büyük önem taşıyor. Bu çerçevede Gümrük Birliği’nin modernizasyonu, Türkiye’nin mevcut asimetrilerden kaynaklanan kayıplarını azaltması ve daha öngörülebilir bir ticari ortam oluşturması bakımından hem devlet hem de işletmeler düzeyinde sürekli gündemde tutulması gereken bir başlık.
Sonuç
Türkiye–AB ilişkilerinde bugün görülen sınırlı yakınlaşma, büyük adımlardan çok, teknik uyum ve karşılıklı güveni artıran somut ilerlemelerin belirleyici olacağı bir döneme işaret ediyor. Gümrük Birliği’nin modernizasyonunun yeniden gerçek bir ihtimale dönüşmesi ise, her iki tarafın da bunun kendi toplumlarına sağlayacağı ekonomik ve stratejik faydaları ortaya koymalarına ve samimi şekilde istemelerine bağlı. Türkiye ile Batı arasındaki temasların birçok katmanda eşzamanlı yürüdüğü dikkate alındığında, önümüzdeki dönemin ayrıntılı pazarlıklara ve karşılıklı pozisyon güncellemelerine sahne olacağı anlaşılıyor. Bu nedenle, hem Ankara hem de Brüksel açısından asıl sınav, tarafların siyasi dosyaları ekonomik mantığın önüne geçirip geçirmeyeceği olacak.