Ekonomi yönetiminin 2021’in son çeyreğinde başlattığı; dış ticaret fazlası vererek döviz girişini artırma, ardından kur ve fiyatlarda istikrarı öngören “yeni ekonomik model”, nisan ayı sonunda resmen iflas etmiş oldu. Tecrübe edilmiş kuramsal çözümler ve iktisat bilimi yok sayılarak gidilen uygulamalar, acı biçimde bizleri yeni bir duvarın önüne getirdi. “Ya faizi ya da dövizi tutmayı hedeflemelisin” diyen önerme reddedildi, kur korumalı mevduat ve döviz satışlarıyla kontrol edilmeye çalışılan kur ve düşük politika faizinde yolun sonuna gelindi, Türkiye’nin son 20 yılında görülmeyen bir enflasyonu kucağımızda bulduk. 

“Yeni ekonomik model” in iflasını ilan eden gelişme, cari açığın da belirleyicisi olan dış ticaret tarafından geldi. İlk çeyrek verilerini incelediğimizde bazı önemli sonuçları tespit edebiliyoruz. 

Dış ticaret açığında, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 138.5 artış oldu. Tutar olarak baktığımızda açık, 11.1 milyar dolardan, 26.4 milyar dolara yükseldi. Merkez Bankası rezervlerinin negatif olduğu bu dönemde, dış ticaret tarafından gelen bu gelişme, kurlar üzerinde güçlü bir baskı oluşturmuş durumda. 

İTHALAT YAPMADAN İHRACAT YAPAMIYORUZ

Dış ticaretin dağılımına baktığımızda, ilk çeyrek sonuçlarına göre, sermaye malı ithalatımızın toplam ithalat içindeki payı, geçen yılın aynı döneminde yüzde 14.2 iken bu yıl yüzde 10.1’ e düşmüş görünüyor. Yani yatırım malı ithalatımız artırılamamış, hatta göreceli olarak azalmış durumda. Bunun anlamı, yatırım yapmıyoruz ve bu nedenle yatırım malı da getirmiyoruz demektir. 

Türkiye’deki yoksullaşmaya bağlı olarak tüketim mallarının ithalatı bir miktar azalmış ama ara malları ithalatında durumun vahim olduğunu görüyoruz. Geçen yılın ilk çeyreğinde yaklaşık 46 milyar dolarlık ara malı ithal edilirken 2022 yılı ilk çeyreğindeki ara malı ithalatımız 71.7 milyar lira olarak gerçekleşmiş. Oran olarak baktığımızda ise toplam ithalat içindeki ara malları ithalatının payı yüzde 75.3’ den yüzde 82.8’ e çıkmış. Diğer bir bakışla, Türkiye ihracatını artırabilmek için ithalat yapmak zorunda kalmaktadır. 

Bu durumu ihracatın ithalatı karşılama oranından da tespit edebiliyoruz. Geçen yılın ilk çeyreğinde ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 82 iken bu sene aynı dönemde yüzde 70 seviyesine inmiş durumda. İhracatı artırmak için yola çıkmıştık ama, ithalatı artırmaya devam ettiğimiz anlaşılıyor. 

İhracata dayalı büyüme modellerinin başarısı, katma değerli ürün satışlarını artırmaktan geçmektedir. Türkiye için de bu tespit yapılarak programa başlanmıştır. Ancak Türkiye’nin ihracatı, tekstil, konfeksiyon gibi emek yoğun ara malları ve tarım malı gibi kategorilerden oluştuğu için “yüksek” katma değer içermiyor. Yüksek katma değer ise teknoloji içeren ürünlerden gelebiliyor. Yüksek teknoloji üretip satamadığımız zaman, ihracatı artırma arzusu ithalat artışı ile sona eriyor. Bu çerçevede bir hazırlık ve stratejik plan olmadan girişilen ihracata dayalı büyüme (ve bunu kurları kullanarak gerçekleştirme) planı işe yaramıyor. 

BİLİM DIŞI UYGULAMALAR EKONOMİDE TAHRİBATI BÜYÜTÜYOR

Peki, ihracatın bir şekilde artırılmış olması hiç mi işe yaramıyor? Yarıyor tabii ki. Bu yılın ilk çeyreğinde sanayi üretiminde bir yavaşlama görünse de imalat sanayinde kapasite kullanım oranları en üst seviyelere varmış durumda. Bu noktadan sonra yatırım yapılmasını beklemeliyiz. Ancak kötü olan, bu gelişme yatırımları tetiklememiş görünüyor. Çünkü bu noktada karşımıza ekonomik kırılganlıklar, belirsizlikler, kuralsızlıklar ve güven sorunu çıkıyor. 

Bütün göstergeler 2022’nin ilk çeyreğinde milli gelir artışında bir yavaşlamaya işaret ediyor. Bu yavaşlamada en büyük etkenin ise hızla daralan iç talep olduğunu tespit ediyoruz. 

Enflasyonun baş döndürücü bir şekilde yükseldiği, sabit gelirlilerin hızla fakirleştiği bir ortamda iç talebin daralması kaçınılmaz oluyor elbette. Faiz ve kur inadının ülke ekonomisinde yarattığı tahribat devam ediyor: Bu süreçte cari açıkla birlikte bütçe açığı da büyüyor. Merkez Bankası’nın döviz rezervleri eriyor, kamu ve özel sektörün döviz pozisyonu açığı büyüyor, uluslararası kredi risk primimiz yüzde 700’lerde, borçlanma maliyetlerimiz artıyor, her fırsatta yabancı ve yerli sermaye çıkıyor, hepimiz giderek daha fazla fakirleşiyor ve refah kaybına uğruyoruz. İnsan sormadan edemiyor, gerçekten ekonomi yönetiminde ne yaptığını bilen biri var mı?

Cumhuriyet | İrfan Hüseyin Yıldız