Credit Suiss’in geçen hafta açıkladığı küresel servet raporunda Türkiye’de en zengin yüzde 5’lik kesim, toplam servetin yüzde 59.2’sine sahip iken kalan yüzde 95’lik kesimin toplam servetten aldığı payın ise yüzde 40.8 olduğu tespit ediliyor. Nüfusun en yoksul yüzde 30’luk kesiminin toplam servetten aldığı bir pay bulunmuyor aksine bu kesimin yaklaşık 1 milyar dolarlık net borcu bulunuyor. Ayrıca Türkiye’de toplam servette bir kayıp görünüyor. Bunun bir kısmı Türk Lirası’ndaki erimeden kaynaklanıyor, diğer bir ifadeyle Türk varlıkları yabancılar için ucuzluyor. Diğer kısmı ise yurtdışına kaynak transfer eden ekonomik büyüme modelimizden kaynaklanıyor...
Ticaret Bakanlığı’nın temmuz ayı geçici dış ticaret verilerine göre ihracatımızın ithalatımızı karşılama oranı, yüzde 61.9 seviyesine kadar düşmüş durumda. Buna göre, 61.9 birim değer ihraç ederken 100 birim değer ithal ediyoruz. Teknolojisi ve katma değeri yüksek ürünler üretip satamıyoruz. Üretimimiz verimsiz, tarımımız çökmüş. Sürekli borçlanarak, tüketerek ve ithalat yaparak büyüyoruz. Dolayısıyla sürekli yüksek cari açık veriyoruz ve yurtdışı borçlanmalarımızda yüksek CDS primleri (faiz) ödemek zorunda kalıyoruz...
GELİR DAĞILIMINDA ARTAN ADALETSİZLİK
Türkiye kendi içinde sadece servet dağılımında değil, gelir dağılımında da büyük bozulma yaşıyor. Üretmeyen, ranta endeksli ekonomik modelin üstüne, kamu kaynaklarının yağmalanması, itibardan tasarruf edilmemesi, israf, yandaşların zengin edilmesi, yüksek enflasyon yaratılması, türlü servet transferi projelerini de eklediğimizde servet ve gelir dağılımındaki adaletsizliğin derinleşmesi kaçınılmaz oluyor. DİSK’in Temmuz 2023 dönemi raporuna göre açlık sınırı 11 bin 525 liraya (asgari ücret 11 bin 402 lira), yoksulluk sınırı ise 39 bin 886 liraya yükselmiş bulunuyor. Bugün Türkiye’de halkın büyük bir bölümü bu rakamın altında gelir elde ediyor (4 kişilik aile hesabıyla), diğer bir deyişle yoksulluk ve açlık sınırının altında milyonlar yaşıyor! Bütün tek adamlı otoriter yönetimlerde olduğu gibi, halk önce yardıma muhtaç hale getiriliyor, sonra seçim dönemlerinde ceplerine para konuyor, seçim alındıktan sonra tekrar daha da muhtaç hale getiriliyor... Elbette dogmaların, şükrün, sabrın ve fakirliğin öteki dünyadaki mükâfatlarına ilişkin bolca dini telkinler eşliğinde bu çark dönüyor...
SEÇİMİ ALMANIN BEDELİ
Geçen yıl temmuz ayında uygulamaya koyulan Aile Destek Programı kapsamında şimdiye kadar yaklaşık 3.4 milyon aileye 43.7 milyar lira ödeme yapılmış, ağustos ayı için de 4.3 milyar liralık bir ödeme yapılacakmış. Bunların yanında çocuk desteği, hasta desteği, engelli, malul, dul ve yetim desteği, yaşlı aylığı desteği, bakıma muhtaç olanlara verilen destek, eğitim desteği, ev hanımlarına verilen destek, elektrik desteği, doğalgaz desteği say say bitmiyor... Bu desteklerden yararlananların sayısı 15 milyonu aşıyor. Partizanca şişirilen kamu kadrolarını da (bekçi alımı gibi) bunlara ilave etmek gerekiyor. Çiftçilere, esnafa verilen destekler ve düşük faizle desteklenen işletmeler derken nerdeyse ülkenin yarısı iktidarın eline bakar hale getirilmiş bulunuyor. Bütün bu kesimlerin ortak korkusu “İktidar değişirse bu desteklerimiz kesilir mi?” idi. Muhalefet, her ne kadar “Ben daha fazlasını veririm” dediyse de bütünlüklü ve inandırıcı bir sistem öneremediği için etkili olamadı. “Eldeki bir kuş, daldaki iki kuştan iyidir” yaklaşımı daha makul geldi seçmenlere...
ÜLKENİN GELECEĞİ KARARTTIRILMASIN
Elbette bir demokratik, sosyal hukuk devletinde öncelikle eğitim ve sağlık parasız olmalıdır. Toplumun zayıf kesimlerini koruyan sosyal güvenlik yasaları olmalıdır. Devlet, kalkınmacı ve planlı ekonomi politikalarıyla yurttaşları ve işletmeleri güçlendirmeli, üretken hale getirmeli, yatırım ortamını ve katma değeri yüksek üretimi desteklemelidir. Böylece yurttaşlar ve işletmeler kendi ayakları üzerinde durabilir, ülkenin sürdürülebilir ekonomik geleceği olur ama mevcut sadaka dağıtma yaklaşımıyla bu iş olmaz! Aksine ekonomideki tahribat büyütülmüş ve piyasalar çalışamaz hale gelmiş bulunuyor. Yedi ay sonra bir seçim daha geliyor. Seçime kadar sadece algı yönetilmeye çalışılırsa Türkiye’ye yazık olacaktır. Çünkü ertelenemez büyük ekonomik sorunlarımız var: yoksulluk, enflasyon (hayat pahalılığı), bütçe açığı, ödemeler dengesi açığı, artan borç yükü, tasarruf açığı, depremin getirdiği yükler, KKM yükü, basılan paralar havada uçuşuyor ve değer kaybeden Türk Lirası... Bu açıklarımızı derinleştiren yine ertelenemez olan eğitim ve bilim açığımız, hukuk ve demokrasi açığımız, acımasız bir sömürü düzeni, ahlak ve liyakat açığımız var...