Türkiye’de yüksek enflasyona giden süreç 2021 Eylül’ünde, “Faiz sebep enflasyon sonuçtur” çıkışıyla hızlanmaya başladı. Ortaya çıktı ki amaç enflasyonu kontrol altına almak değil, amaç büyümeyi köpürtmekmiş. Köpürtme diyorum çünkü büyüme, üretim üzerinden değil daha çok tüketim, ithalat ve kredi genişlemesi (borçlanmaya) üzerinden temellendirildiğinden; ekonomi enflasyon ve devalüasyon sarmalına girdi. Gelir dağlımı ciddi şekilde bozuldu, sabit gelirliler aleyhine ve zengin kesimler lehine yeni servet transferi mekanizmaları kuruldu.

Yaratılan yüksek enflasyon; servet sahiplerinin varlıklarına varlık katmaya, küresel şirketlerin, büyük işletmelerin, bankaların kârlarına kâr katmaya ve devletin vergi gelirlerini artırmaya devam ederken küçük işletmeleri ve esnafı zarara sokmaya, serbest meslek kazancı elde edenleri, dar gelirlileri, ücretlileri, emeklileri, velhasıl halkın büyük bir kesimini yoksullaştırmaya devam ediyor. Kur korumalı mevduat sistemiyle kamu kaynaklarının mevduat sahiplerine aktarılması sağlanırken Türk Lirası cinsinden büyük borcu olan devlet ve kesimler (ki bunların çoğu kamu bankalardan krediye kolay ulaşmış yandaş işletmelerdir) de enflasyondan yararlanarak borçlarını bir güzel eritiyorlar. 

Son milli gelir verilerini değerlendirdiğimiz yazımızda, milli gelir büyümesinin geniş kitlelere yansımadığını ve uzun zamandır sürekli vurguladığımız fakirleştiren büyüme sürecinin devam ettiğini belirtmiş, gelir dağılımındaki eşitsizliğin ve bozulmanın büyüdüğünü, bu durumun sürdürülebilir olmadığını, başka sosyal ve siyasi sonuçlar yaratabileceğini vurgulamıştık.


GELİR VE SERVET DAĞILIMI BOZULUYOR  

Türkiye ekonomisi büyürken gelir dağılımındaki eşitsizlik de artarak devam ediyor. Bu eşitsizliği ölçmek için genellikle nüfusun en çok kazanan yüzde 10’luk kesiminin elde ettiği gelir ile en az kazanan yüzde 50’lik kesiminin elde ettiği gelir arasındaki makasa bakılıyor. Bu makas açıldıkça, gelir dağılımının bozulduğu söylenmektedir. 

Küresel Eşitsizlik Laboratuvarı (World Inequality Lab) tarafından hazırlanan 2022 Dünya Eşitsizlik Raporu, dizginlenemeyen neoliberalizmin vardığı sonuçları gösteriyor. Rapora göre; dünyada küresel nüfusun en zengin yüzde 10’u şu anda küresel gelirin yüzde 52’sini alırken nüfusun en yoksul yarısı bunun ancak yüzde 8.5’ini kazanıyor. Küresel servet eşitsizlikleri ise gelir eşitsizliklerinden daha da çarpıcı. Küresel nüfusun en yoksul yarısı, toplam zenginliğin ancak yüzde 2’sini elinde bulunduruyor. Buna karşılık, dünya nüfusunun en zengin yüzde 10’u küresel servetin yüzde 76’sına sahip bulunuyor.

2022 Küresel Eşitsizlik Raporu’nda, Türkiye’de ise nüfusun en çok kazanan yüzde 10’unun yıllık ortalama gelirinin, en az kazanan yüzde 50’lik kesiminin gelirinden 23 kat fazla olduğu belirtiliyor. Bu büyük bir uçurum. En üstteki yüzde 1 nüfus toplam gelirin yüzde 18.8’ini alıyor. Türkiye’de, çalışanların yüzde 40’ından fazlasının asgari ücret ile çalıştığı da belirtiliyor. Rapora göre, Türkiye’de nüfusun en alttaki yüzde 50’lik kesimi milli servetin sadece yüzde 4’üne sahipken nüfusun en üstteki yüzde 10’luk kesimi milli servetin yüzde 67’sine sahip bulunuyor. 

TÜİK verilerine göre, 2020’inin ilk yarısında işgücü ödemelerinin cari fiyatlarla Gayrisafi Katma Değer içerisindeki payı yüzde 36.8, 2021’in ikinci çeyreğinde %32.6 iken bu oran 2022 yılı aynı döneminde yüzde 25.4’e düşmüş görünüyor. Büyümeye rağmen, ücretlilerin milli gelir büyümesinden aldığı pay giderek azalıyor. 

YOKSULLUK DERİNLEŞİYOR

TÜİK tarafından yapılan 2021 “Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması”, toplumun yüzde 27.2’sinin maddi yoksunluk içinde olduğunu, toplumun yüzde 13.8’inin ise sürekli yoksulluk içinde olduğunu gösteriyor. Türk-İş’in eylül ayı araştırmasında, Türkiye’de dört kişilik bir ailenin sadece aylık beslenme masrafı olan açlık sınırının 7.245 lira olduğunu, beslenme, eğitim, sağlık ve barınma gibi temel masraflarının karşılığı olan yoksulluk sınırının ise 23.600 lira olduğunu gösteriyor. Bu durumda Türkiye’de çalışanların yarısının açlık sınırının altında, büyük bir kısmının ise yoksulluk sınırının altıda yaşadığını söyleyebiliriz. Üstelik TÜİK rakamlarına göre bile geniş tanımlı (atıl) işsizlik oranı, temmuz ayında bir önceki aya göre yüzde 2 artmış durumda. 

Fakirleştiren büyümenin ete kemiğe bürünmüş hali tam olarak bu istatistiklerin içinde yer almaktadır. Sürdürülebilirliği olmayan Türk tipi bu faiz, kur ve büyüme politikasının bizi getirdiği nokta, gerçekten ekonomi biliminden epistemolojik olarak (akılsal ve kuramsal bilgi yönüyle) bir kopuşu gösteriyor. 

Cumhuriyet | İrfan Hüseyin Yıldız