Birçok arkadaşımın bildiği gibi ben iyileşmez bir kitap hastasıyım. Artık gözler zayıfladığı halde hala okumaya yazmaya çalışıyorum. Geçen gün  Büyükşehir Belediyesinden bir mesaj aldım. Bursa’nın kurtuluşu ile ilgili olarak yeni çıkan dört kitabın tanıtımı toplantısına beni de çağırıyorlardı. Uzun zamandır böyle davetler gelmiyordu, hele kitap için olunca ne kadar memnun olduğumu dostlarım tahmin edebilirler.

Kitabı tanıtılacaklardan biri de sevgili dostum, son tarihi eser yazarlarından biri olan Hasan Erdem idi. Tabii daha fazla hızlı,  koşa koşa gittim tanıtıma.

İçeri girdim. Önümde Prof. Yusuf Oğuzoğlu. B O da benim gibi biraz ihtiyarlamış ama saçları beyazlamamış. Sağda bir çok gazeteci, mahallelim  Selahattin Adıgüzeller dahil. Sadık Giray, Merinoslulardan Tahir Adıman. Daha fazla saymayayım. Yazar Hasan Erdem ve kayınbiraderi veya bacanağı da oradalar.

Karşıda büyük bir masa üzerinde tanıtılacak kitaplar. Ben kitapları hemen çalacak gibi bakıyorum. Neyse ki kimse farkında değil. Nasıl olsa çıkarken bir tane verirler diye çok kibar duruyorum. Aslında yerimde duramıyorum.

Sevgili Büyükşehir Başkanımız Alinur Aktaş geldiler. Birkaç kişinin elini sıktılar. Beni hala tanıyamıyorlar. Zaten ben de artık her türlü dernekten elimi eteğimi çektim. Tanısa ne olur, tanımasa ne olur? Beni gerek yazarlığımdan, gerek mesleğimden tanıyan tanıyor ve de tabii tavla oyunlarından tanıyanların da çok fazla olduğunu söylememe gerek yok.

 Alinur Bey, bu 4 eseri bastırmakla hakikaten çok büyük bir hizmet yapmış. Tarihe bir not düşmüşler. Kitapları tanıtayım  isterim.
Bursa’da Yunan işgalinin bilançosu Doç. DR. İsmail Yaşayanlar     Kurtuluşla yüz yüze Prof. Dr Mustafa Kara     Bursa’nın kahramanları Hasan Erdem     Doç Dr. Hacer Karabağ  hanımın kitabı Bursa’da işgal ve kurtuluş süreci (ancak, bana verilen torbada çıkmadı)     Bursa Günlüğü dergisi 17. Sayısı Bu dergi de içeriği çok dolu idi. Sayın Alinur Aktaş özellikle bu dergiyi sitayişle anlattı.

Eserlerin her biri birbirinden değerli.
Yazarlar sırası ile Mustafa Karadan başlayarak, İsmail Yaşayanlar, Hacer Karabağ ve en son Hasan Erdem olmak üzere eserlerini tanıttılar. Ben, dostum Hasan Erdemin bu dönemin son ve en iyi tarihi roman yazarı olduğunu bir daha belirtmek istiyorum.

Daha sonra da Sayın Alinur Aktaş, Bursa günlüğü dergisinin bu sayısını tanıttı. Bu sayıyı bir şekilde kendi eseri olarak gördüğünü anlattı.

Tanıtımda genç Doç. Dr. İsmail Yaşayanlar’ın tanıtımı çok güzeldi ama yine de bazı  tenkitlerimi de belirtmeden geçemeyeceğim.

Doç. Dr. İsmail Yaşayanlar, Bursa’da Yunan İşgalinin bilançosu adlı eseri hazırlamış, çok uğraşmış, hakikaten tebrik edilecek bir çalışma. Ama kitabın tanıtımında menhubat komisyonundan bahsetti.

Ben 77 yaşındayım ve bu kelimeyi ilk defa duydum. Toplantıda sesimi çıkarmadım. Nasıl olsa, çıkışta kendisi ile görüşürüm dedim. Nitekim çıkarken kendisini gördüm, gel gel bakalım sayın yazar, sen yandın dedim.

Tabii benim bu şekilde yaklaşımım ve hitabım onu çok şaşırttı. O da şaşkın şaşkın baktı. Sonra menhubat kelimesini bilmediğimi söyledim. Birçok kimsenin bilmeyeceğini de ifade ettim. Kitabı okursanız öğrenirsiniz dedi. İşte bu benim sevmediğim bir tavır ve benim sevmediğim bir bilim adamlığı. Kitabı tanıtırken, menhubatın manasını da açıklaması gerekirdi.

Tabii aklıma gelen şu oldu. Kardeşim sen adama gel bakalım yandın sen dersen o da sana oku da öğren der diye düşündüm.

 Neyse gelelim menhubat kelimesine bu kelime YAĞMA TESBİT demekmiş menhubat komisyonu da yağma tespit komisyonu demekmiş.  Emin olun ölünceye kadar unutmayacağım.

Kitapların arasında en güzel olanlardan biri Doç. Dr. HACER KARABAĞ  hanımefendinin BURSA'DA İŞGAL VE KURTULUS SÜRECİ isimli kitabı. Bu kitap bana verilen torbadan çıkmadı. Ama nasıl olsa ileride belediyenin sitesine konacaktır, oradan okurum dedim. Fakat, benim kitap torbamdan çıkmaması beni epeyce hayal kırıklığına uğrattı.

Nasrettin hocanın eski aylar ve yıldızlar hikayesi aklıma geldi. Eski ayları ne yaparlarmış, kırparlar yıldız yaparlarmış. Benim gibi eski insanlar da eskiyince torbasına eksik kitap koyuyorlarmış demek ki.

Aksilikler başlayınca bitmezmiş.

Toplantı bitti çıkıyoruz. Toplantıya katılacağız diye çay, kahve ve pasta börek ikramı ile ilgilenmedik. Tam çıkıyorken bir tabağa uzandım. Bir tane tuzlu pasta alayım dedim. Karnım da artık guruldamaya başlamıştı.

*Çok sert bir ses. Seni Osman Gürçay’a şikayet edeceğim dedi.

*Bir korktum, bir şaşırdım ki tahmin edemezsiniz.

 *Neden sorusunu yapıştırdım.  

*Benim tabağımdakileri alıyorsun dedi.

*Elim ayağım kesildi. Kim bu deyip baktım ve hafifçe gülümsedim.

* Benim mahallelim. Selahattin Adıgüzeller. Namı diğer Selo. Bu arada şapkası başında onun için tanıyamadığımı zannediyorum.

*Selahattin’e çok ama çok kırıldım.

* Bir kere benim mahallelim olanlar, Almira Otel dahil her gittiğim yerde mahallelimiz diye sarılıyorlar. Tabak tabak, pasta, limonata, kola ve envai çeşit yiyecek veriyorlar. Yemiyorlar yediriyorlar. Aman diyorlar sen bizim büyüğümüzsün, abimizsin, mahallelimizsin. Sana her türlü ikramı  yaparız diyorlar da Selahattin Adıgüzeller ikram yerine elimdekini bile almaya çalıştı. Bir de beni Osman Gürçay’a şikayet edecekmiş.

***Hadi ben daha önce kendimi şikayet ettim. Var mı bir diyeceğin Selo?

Gördün mü benim kabadayılığımı şimdi, o sırada karnımın açlığını gidermek için ben bir almışsam sen iki tane daha ikram etseydin, böyle kabadayılık da yapmazdım ha

LifeBursa | Cevdet AKÇAKOCA