Vergi Usul Kanunu’nun 134’üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca “Vergi incelemesinden maksat, ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu araştırmak, tespit etmek ve sağlamaktır.” Ancak, “Vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti esastır.”

Vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti yemin hariç her türlü delille ispatlanabilir. Şu kadar ki, vergiyi doğuran olayla ilgisi tabii ve açık bulunmayan şahit ifadesi ispatlama vasıtası olarak kullanılamaz.

İktisadi, ticari ve teknik icaplara uymayan veya olayın özelliğine göre normal ve mutad olmayan bir durumun iddia olunması halinde ispat külfeti bunu iddia eden tarafa aittir.

Vergi Usul Kanunu’nun 30’uncu maddesinde ifade edildiği üzere, “Re’sen vergi tarhı, vergi matrahının tamamen veya kısmen defter, kayıt ve belgelere veya kanuni ölçülere dayanılarak tespitine imkan bulunmayan hallerde takdir komisyonları tarafından takdir edilen veya vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlarca düzenlenmiş vergi inceleme raporlarında belirtilen matrah veya matrah kısmı üzerinden vergi tarh olunmasıdır.”

İnceleme raporlarında bu maddeye göre belirlenen matrah veya matrah farkı re’sen takdir olunmuş sayılmaktadır.

Ancak; bazı hallerin oluşumunda bu tür vergi matrahının tamamen veya kısmen defter, kayıt ve belgelere veya kanuni ölçülere dayanılarak tespitinin mümkün olmadığı ve/veya olamayacağı hususu dikkat çekicidir.

Yasal düzenleme gereği tutulması zorunluluğu olan defterlerin hepsi veya bir kısmının tutulmamış veya tasdik ettirilmemiş olması halinde veyahut da vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlara herhangi bir nedenle söz konusu belgelerin ibraz edilememesi veyahut da mevcut bilinçsizlik sonunda söz konusu belgelerin yok olduğu anlaşılırsa,

  • Defter kayıtlarının ve bunlarla ilgili vesika ve belgelerin hesaplanması muhtemel olan ve dolayısıyla öngörülmesi muhtemel olan matrahın oluşturulamaması,
  • Tutulması zorunlu olan kayıtların yer aldığı belgelerin herhangi bir nedenle yok olması halleri, vergi hukuku açısından noksan değerlendirmeye neden olabilecek delil eksikliğini de meydana getirmektedir.

Vergi hukuku açısından ödenmesi gereken vergilerin öncelikle doğruluğunu sağlayacak bir çalışma ortamının tespiti yapılabilmelidir. Uygulamada bu ortamın sağlanması çeşitli nedenlerle daha açıkçası çeşitli şekillerde engellenebilmekte ve yetersiz kalmasına neden olmaktadır.

Konuya ilişkin olarak e-Defter uygulamasına dahil olma zorunluluğu ile aşağıda sayılan mükelleflerin e-uygulaması ayrı bir önem arz etmektedir. Şöyle ki;

1. e-fatura uygulamasına geçiş zorunluluğu bulunan mükellefler,

2. Türk Ticaret Kanunu’nun 397’nci maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca bağımsız denetime tabi olan şirketler, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’na ekli cetvellerde yer alan idare, kurum ve kuruluşlar ile iktisadi kamu kuruluşlarının e-Defter uygulamasından yararlanma zorunluluğu bulunmakla birlikte isteğe bağlı olarak uygulamaya dahil olabilirler.

3. Zorunluluk getirildiği halde e-Defter uygulamasına süresi içinde geçemeyen mükellefler hakkında Vergi Usul Kanunu’nda öngörülen bazı cezai hükümler uygulanabilir. Tebliğ ile elektronik defter tutma zorunluluğu getirilen mükellefler, uygulama kapsamına girdikleri tarihten itibaren kağıt ortamında defter tutamayacaklardır.

Uygulamada genellikle kayıt dışı işlem yapılmak suretiyle mevcut sorumluluğun alıcılara yansıtılması hususuna önem verildiği gözlenmekte olup, bu konuda yapılan ‘yansıtma’ işlemlerinin kişisel tespitler açısından çoğunlukla gerçeği yansıtmadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle kayıt dışı işlemlere hukuki açıdan da daha net bir şekilde caydırıcı nitelikte etkinlik sağlanması tercih edilmelidir.

İtoHaber | DR. VEYSİ SEVİĞ