Peki, bu paylaşım yalnızca çalışanın kendi sorumluluğunda mı kalır, yoksa işverenin başını da derde sokar mı? Bu sorunun cevabı, çoğu şirket için “bir gün mutlaka karşınıza çıkacak bir sınav sorusu” gibidir. Şimdiden dersini çalışmayanlar, sonra telafi sınavına mahkeme salonunda girer.

İş dünyasında artık sadece yapılan iş değil, dijital dünyada yaratılan imaj da değerlidir. Ancak bu imaj yalnızca şirketin resmî hesaplarından yürütülen kampanyalarla değil, çalışanların kişisel hesaplarındaki içeriklerle de şekilleniyor. Çalışan profillerinde şirketin adı, logosu, konumu yer almasa bile, sosyal medya paylaşımları şirketi hedef alan ya da onunla kolayca ilişkilendirilebilecek nitelikteyse işverenin hem hukuki hem de ticari açıdan risk altına girmesi işten bile değildir.

4857 sayılı İş Kanunu’na göre işçi, işverene sadakat borcu taşır. Bu, işyerinin itibarını zedeleyecek, iş ilişkisini olumsuz etkileyecek davranışlardan kaçınma yükümlülüğünü de kapsar. Sosyal medya üzerinden yapılan, şirketi küçük düşürücü veya müşteri güvenini sarsıcı paylaşımlar bu borcun ihlali olarak değerlendirilebilir. Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (KVKK) açısından ise çalışanın sosyal medyada yaptığı paylaşımlarda müşteri bilgilerini, sözleşme detaylarını veya ticari sırları ifşa etmesi açık bir veri ihlalidir. Bu durumda yalnızca çalışan değil, veri sorumlusu sıfatıyla işveren de idari para cezasıyla karşı karşıya kalabilir. Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükümleri uyarınca işçinin işverene verdiği zarar, koşullar oluştuğunda tazminat sorumluluğu doğurur. Ancak işveren açısından dava yoluyla tazminat almak çoğu zaman uzun, zahmetli ve yorucudur. Bu yüzden mesele, zarar oluşmadan önce önlem almaktır.

Yargıtay’ın son yıllarda verdiği kararlarda, çalışanların sosyal medya paylaşımlarının işveren açısından haklı veya geçerli fesih sebebi olabileceği net biçimde vurgulanıyor. Örneğin; şirket politikalarını alenen eleştiren, müşteri şikâyetlerini sosyal medyada duyuran ya da rakiplere avantaj sağlayabilecek bilgileri paylaşan çalışanların iş akitlerinin feshi onanıyor. Üstelik bu paylaşımlar mesai saatleri dışında ve kişisel cihazdan yapılmış olsa bile, içerik işvereni zedeliyorsa bu durum sorumluluğu ortadan kaldırmıyor. “Ben özel hesabımdan paylaştım.” savunması, Yargıtay nezdinde pek karşılık bulmuyor.

Elbette işveren, çalışanın özel hayatına ve ifade özgürlüğüne keyfî şekilde müdahale edemez. Ancak bu özgürlükler sınırsız değildir. Paylaşımın içeriği, şirketle doğrudan veya dolaylı bir bağ kurulmasına neden oluyorsa; ticari itibarı sarsıyor ya da müşteri güvenini zedeliyorsa işverenin müdahale hakkı doğar. Çalışan, kendi hesabında şahsî bir fikir beyan etmiş olabilir ama profilinde şirketin adı yer alıyorsa, kamuoyu nezdinde o kişi sadece kendini değil, sizi de temsil ediyor demektir. Ne yazık ki bir çalışanın özensiz paylaşımı bazen şirketin tüm PR bütçesini bir günde çöpe atabiliyor.

Sosyal medyadaki kontrolsüz paylaşımlar; itibar kaybından müşteri şikâyetlerine, dava süreçlerinden veri ihlali cezalarına kadar geniş bir yelpazede risk yaratır. Bu nedenle şirketlerin yazılı bir “Sosyal Medya Politikası” oluşturması artık bir seçenek değil, hayatta kalma refleksidir. Bu politika; paylaşılması yasak bilgilerden, şirket adının nasıl kullanılabileceğine; rakip firmalar hakkında yapılmaması gereken yorumlardan, KVKK kurallarına kadar net sınırlar içermelidir. Ayrıca işe girişte imzalatılacak protokollerle bu kurallara aykırı davranışın sonuçları açıkça belirtilmeli, çalışanlara belirli periyotlarla dijital etik ve veri güvenliği eğitimi verilmelidir.

Ve unutmayalım: Sosyal medyada artık “özel” diye bir alan neredeyse kalmadı. Çalışanınızın paylaştığı bir tweet, yazdığı bir yorum ya da tatil pozunun altına iliştirdiği bir espri saatler içinde şirketinizi ülke gündemine taşıyabilir. Bu gündem olumlu da olabilir, olumsuz da... Ancak çoğu zaman ne yazık ki gündemden düşmek, zararı telafi etmekten daha kolay oluyor. Farkı yaratan kriz değil, krize hazırlıktır.

Kısacası, çalışanların sosyal medyadaki varlığı ilk bakışta işverenin kontrol edemeyeceği bir alan gibi görünebilir. Ancak doğru politikalarla bu alan son derece etkili biçimde yönetilebilir. Aksi hâlde, tek bir paylaşım yeterli olabilir; bir günde itibar kaybı, binlerce takipçi kaybı, birkaç dava ve bolca “Keşke...” yorumu. Sosyal medya tam da böyle bir yer; hızla büyüyen, beklenmedik şekilde patlayan ve çoğu zaman telafisi pahalıya mal olan bir mecra. Şirketler için adeta bir sabır testidir. Ne var ki sabır da sınırsız değildir, hele ki dava çoktan açılmışsa...

Emel Meltem TAN
Avukat & Hukuk Müşaviri