TÜİK tarafından açıklanan veriler, Türkiye ekonomisinin (GSYH) ikinci çeyrekte, bir önceki yılın aynı çeyreğine göre yüzde 3.8 oranında, dolar bazında ise yüzde 23.6 oranında büyüdüğünü gösteriyor. Son dört çeyrek milli gelir toplamının dolar karşılığı ise 1 trilyon 22 milyar dolar düzeyine çıkmış bulunuyor. Bu rakam tarihi bir zirveye işaret ediyor ama ne hikmetse kişi başına milli gelirimiz ve milli servetimiz azalmaya devam ediyor. Öte yandan, ülkede yaşayan 10 milyon civarındaki sığınmacıyı da bu hesaba kattığımızda 10 bin dolar civarında olan kişi başına milli gelirin daha da aşağılara düştüğünü söyleyebiliriz...
Milli gelir hesaplarında diğer önemli bir faktör de kullanılan deflatörün (enflasyondan arındırma endeksinin) doğru tespit edilip edilmediğidir. Son yıllarda TÜİK tarafından açıklanan enflasyon oranlarının; diğer bağımsız araştırmacıların, STK’lerin ve İTO tarafından açıklanan enflasyon oranlarının bir hayli altında kaldığı ve güven telkin etmediği tartışmalarını yaşadık. Mehmet Şimşek’le gelen ekonomi yönetimiyle birlikte, diğer tarafların açıkladığı aylık enflasyon rakamları ile TÜİK tarafından açıklanan enflasyon rakamları arasında bir paralelliğin oluşmaya başladığını görüyoruz. Buradaki güvensizliğin giderilmesi ve şeffaflığın sağlanması için TÜİK tarafından enflasyon hesaplamasında baz alınan mal ve hizmet sepetinin de açıklanması gerekiyor...
HARCAMA YÖNTEMİYLE BÜYÜME
Tekrar ikinci çeyrek büyüme verilerine dönersek, harcamalar yöntemiyle yapılan hesaplamada, büyümenin ana sürükleyicisinin yine iç talepteki artış olduğu görülüyor. Özel ve kamu tüketimi ile yatırım harcamaları büyümeyi yukarı çekerken, net dış talep ve stok azalışı büyümeyi olumsuz etkilemiş durumda. İkinci çeyrekte büyüme oranına puan olarak katkılarına baktığımızda, hanehalklarının nihai tüketimi artı 10.7, devletin nihai tüketim harcamaları artı 0.7, gayrisafi sabit sermaye (özel ve kamu yatırımları) oluşumu artı 1.3 puan ile büyümeyi yukarı çekerken mal-hizmet ihracatı eksi 2.4, mal-hizmet ithalatı eksi 3.9 ve stoklar eksi 2.5 puan ile büyümeyi aşağı çekmiş bulunuyor. Gayri safi sabit sermaye oluşumunda en önemli kalemin makine teçhizat yatırımları olduğu görülüyor. Enflasyonist ortamda düşük faizli kredilerin ve makine teçhizat teşviklerinin bu eğilimi desteklediğini düşünüyoruz. Ancak ekonomideki belirsizliklerden dolayı son 11 çeyrektir stoklara üretim yapılamıyor...
ÜRETİM YÖNTEMİYLE BÜYÜME
Üretim yöntemiyle yapılan hesaplamada ise ikinci çeyrekte, başta hizmetler sektörü olmak üzere, inşaat ve finans sektörünün büyümeyi yukarı çektiği görülüyor. Ancak sanayi üretim endeksi ikinci çeyrekte yüzde 3.4 azalırken, katma değerdeki bir önceki yılın aynı çeyreğine göre değişiminin ise eksi yüzde 2.6 olduğu açıklandı. Diğer bir deyişle sanayi sektöründe küçülme sinyalleri geliyor. Bu eğilimi İstanbul Sanayi Odası’nın açıkladığı Türkiye İmalat PMI (Satın Alma Yöneticileri Endeksi) verilerinde de görüyoruz. Temmuzda 49.9 olan imalat PMI verisi, ağustosta 49.00 olarak gerçekleşti ve üst üste ikinci ayda da 50.00 eşik değerinin altında kalarak imalat sektöründeki ivme kaybını gösterdi. Endeks, imalat şirketlerinden anketlerle toplanan verilere dayanıyor. Endeks 50 eşik değerin üzerinde ise sektörün büyüme eğiliminde olduğuna, altında ise sektörde daralma yaşandığına işaret ediyor...
Kanaatimce sanayi üretimindeki bu düşüşün en önemli nedenlerinden biri, düşük kur ve yüksek enflasyon politikasının yerli üretime olan talebi sınırlamış olmasıdır. Bu durumda yerli alıcılar ithalata yönelirken yerli üreticilerin ise hem içeriye hem de dışarıya mal satışları zorlaşıyor...
EKONOMİK DURGUNLUK VE ENFLASYON İKİLEMİ
Hâlâ negatif düzeyde olan reel faizin ve kur artışlarının talebi öne çekerek enflasyonu beslemeye devam ettiğini görüyoruz. Açıklanan dış ticaret verileri temmuz ayında dış ticaret açığının 12.2 milyar dolara, yıllık bazda dış ticaret açığının ise 120.8 milyar dolara yükseldiğini gösteriyor. Yaz aylarındaki turizm gelirlerine rağmen, ödemeler dengesi açığında bir türlü iyileşme görülmüyor. Enflasyonu, krediler üzerinden frenleme girişiminin ise ekonomiyi yavaşlatacağı ama enflasyonu düşürmede pek etkili olmayacağı anlaşılıyor. Her durumda bir ekonomide en kötüsü, yüksek enflasyon altında ekonomik durgunluğu yaşamak olsa gerek. Ekonomi literatüründe buna “stagflasyon” deniyor. İktidar, ekonomiyle ilgili rasyonel adımlarda patinaj yapar ve gerekli reformları hayata geçirmezse, korkarım her türlü ekonomik riskle karşılaşabiliriz...