Mal teslim ediliyor, hizmet sunuluyor ve şirketler, karşı tarafın ödeme gücünü yalnızca “beyan” üzerinden kabul ederek ilerliyor. Fakat her “öderim” ifadesinin hukuki karşılığı aynı değildir; bazı taahhütler şirketi güvence altına alırken, bazıları ileride ağır kayıplara yol açabilecek zayıf bir zemine dayanır. İşte bu nedenle ödeme taahhüdünün hukuki olarak güvenilir kılınması, günümüz şirketleri için kritik bir koruma mekanizması haline geldi.

Türk Ticaret Kanunu’nun tacire yüklediği özen borcu, yalnızca sözleşme yapmakla sınırlı değildir. Tacirin, karşı tarafın ekonomik durumunu değerlendirmesi ve ticari kararını buna göre şekillendirmesi beklenir. Aksi takdirde tahsil edilemeyen alacaklar, hem bilançoda hem vergi yükümlülüklerinde zincirleme sorun yaratır. Bu noktada mesele bir “finansal analiz” değil; mal ve hizmet bedelinin hukuken tahsil edilebilir olup olmadığıdır.

Ödeme taahhüdünün hukuki güvenilirliğini ölçmenin ilk adımı, karşı tarafın taahhüdünü destekleyecek hukuki araçların değerlendirilmesidir. Teminat mektubu, banka kefaleti, cezai şart, avans yapısı, teslimat-vade ilişkisi ve borcun ifasına bağlanan özel hükümler; taahhüdün soyut bir “söz” olmaktan çıkıp hukuken takip edilebilir bir borca dönüşmesini sağlar. Bu hükümler yoksa, ödeme sözü kuvvetli görünse bile hukuki olarak zayıftır.

Burada kritik nokta şudur: Şirketler çoğu zaman ödeme gücünü değil, ödeme niyetini esas alır. Oysa hukuken korunması gereken, niyet değil edim kabiliyetidir. Bir borcun zamanında ödenmemesi yalnızca kötü finans yönetiminin değil, kimi zaman borçlunun taahhüdünü destekleyecek hukuki altyapının kurulmamış olmasının da sonucudur. Bu nedenle avukatlar, şirketlere yalnızca sözleşme hazırlamaz; aynı zamanda her önemli ticari işlemde ödeme taahhüdünün hukuki geçerlilik ve tahsil edilebilirlik derecesini inceler.

Bu inceleme, şirket operasyonlarını yavaşlatmak yerine güçlendirir. Örneğin yüksek hacimli bir satış yapılacaksa, sözleşmede teminat mekanizması oluşturmak; uzun vadeli ticarette cari hesap sınırını belirlemek; riskli müşteri profilinde teslimat-vade dengesini yeniden kurmak şirketi ciddi zararlardan korur. Zayıf ödeme taahhüdü ile yapılan her işlem, şirketin bilançosunda görünmeyen bir yük oluşturur ve tahsilat sürecine gelindiğinde bu yük katlanarak büyür.

Hukuki açıdan en çok göz ardı edilen alan ise vergisel etkidir. Tahsil edilemeyen alacakların şüpheli alacak niteliği kazanması, karşılık ayrılması ve KDV’ye ilişkin işlemler yalnızca muhasebe sorunu değildir; doğru yönetilmediğinde inceleme riskini doğurur. Ödeme taahhüdü güçlendirilmemiş her işlem, vergisel açıdan da şirketi savunmasız bırakır.

Sonuç aslında çok sade bir gerçeğe işaret ediyor: Hukuken güvence altına alınmamış ödeme sözü, ticari işlem değildir; iyi niyet beyanıdır. Modern şirketlerin buna göre hareket etmesi artık bir tercih değil, hayatta kalma stratejisidir.

Şirketler için mesele yalnızca satış yapmak değil; yapılan satışın hukuken kesinleşmiş bir alacağa, ardından da gerçek bir tahsilata dönüşmesini sağlamaktır. Ödeme taahhüdünün güvenilirliğini baştan güçlendiren şirketler ayakta kalır; güvenilir görünse de hukuki zemini zayıf sözlerin üzerine ticaret inşa edenler ise geç fark edilen kayıplarla karşılaşır.

Emel Meltem TAN
Avukat & Hukuk Müşaviri