Türkiye ekonomisinin üç yıllık (2024-2026) yol haritasını gösteren orta vadeli program (OVP) açıklandı. OVP’nin, özellikle büyüme, kur ve enflasyon hedeflerinin bir arada gerçekleşebileceği konusunda fazla iyimser olduğu göze çarpıyor. Yine de en kötü plan, plansızlıktan iyidir. Bu cümleden hareketle, OVP’nin açıklanmış olmasını ve özellikle de son iki OVP’ye göre daha tutarlı bir program olmasını önemsiyorum. Daha fazla ve somut hedeflerin olması, bir takviminin bulunması onu diğerlerinden farklı kılıyor. Ekonomik verileri kullanan herkes için bazı belirsizlikler ortadan kalkmış gibi gözüküyor.

Mehmet Şimşek ve ekibine verilen kredi çerçevesinde ekonomideki aktörler, kendi plan ve programlarını yapabileceklerini düşünmeye başladılar. Ancak enflasyon hedeflerinin tutturulmaması, bütçe gelirlerinin önemli oranda dolaylı vergiler yoluyla geniş halk kesimlerinin üzerine yıkılması, var olan yoksulluğu büyüteceği ve gelir dağılımı dengesini iyice bozacağı anlaşılıyor. Dolayısıyla, önümüzdeki yerel seçimler nedeniyle siyasi irade OVP’nin arkasında ne kadar kararlı durur, orada ciddi bir belirsizlik görünüyor. Ayrıca piyasa aktörlerine ve özellikle yabancı yatırımcıya yeterli güven verilebildi mi sorusu halen olumlu cevaplanabilmiş değil çünkü güven konusu tamamen yapısal reformlarla ve hukuk düzeninin tesisiyle ilgili bulunuyor.

HEDEFLERDE TUTARSIZLIK

OVP, açıklandıktan sonra olumlu eleştiriler almakla birlikte, en fazla eleştiriyi enflasyon, kur ve büyüme hedefleri arasındaki tutarsızlık üzerinden aldı. Ben de hedeflenen enflasyon rakamına, hedeflenen büyüme rakamı ile ulaşılamayacağını değerlendiriyorum. Makro istikrarı ve enflasyonu düşürmeyi hedefleyen OVP, bu hedeflerine sıkı para politikası, mali disiplin ve yapısal reformlar yoluyla ulaşmayı amaçlıyor. Programın en önemli hedefleri arasında büyüme var. Büyüme hedefi düşürülmüş olmasına rağmen (ilk yıl için yüzde 5.5’ten yüzde 4.4’e ve sonraki yıllarda yüzde 4 ve üzeri), enflasyon hedefi ile kıyaslandığında halen yüksek kalıyor. 

Bu OVP de daha öncekiler gibi büyüme konusunda ihracatı öne çıkarıyor. Yurtiçi talep ile (tüketime dayalı) sağlanan büyümeden az da olsa vazgeçildiği anlaşılıyor. Yurtiçi talebi kısacak önlemler, özellikle sıkı kredi politikaları kullanılarak alınmaya çalışılıyor. Faizler yükselirken, bireysel kredi kullanımları azaltılarak talep kaynaklı enflasyonun önlenmesi amaçlanıyor. Bu politika setinde, yurtiçi talep yerine yurtdışı talebin büyümeyi desteklemesi hedefleniyor. Ancak Türkiye’nin dış ticaret yapısı ve OVP ile hedeflenen kur politikası bu amacın gerçekleşmesine yardım edebilecek midir? Bu soruyu, Türkiye’de enflasyonun kaynağının sadece talep olmadığını, maliyet enflasyonunun da belirgin olduğunu ve bunun temel kaynağının da artan döviz maliyetlerinin olduğunu hatırlatmak için soruyorum.

BÜYÜMENİN NİTELİĞİ

Üzerinde durmak istediğim diğer bir konu da “büyümenin niteliği” ile ilgili. Türkiye, enflasyonu önlemeden kalıcı büyümeyi sağlamakta zorlanıyor. Sürdürülebilir büyümenin yatırımlar üzerinden gelmesi gerektiği konusunda bir fikri mutabakat var. Mevcut hükümet de bütün OVP’lerde, ihracata dayalı büyüme vurgusu yapıyor ancak gereğini yapmıyor. Bu defa da büyüme hedefimizi ihracat üzerinden sağlamayı düşünüyorsak eğer, katma değerli üretim ve bunun ihracatını gerçekleştirmemiz gerekmiyor mu? Ancak “dış ticaretimizdeki teknolojik yoğunluğa” baktığımızda bu pek mümkün görünmüyor.

Türkiye, mevcut üretim yapısı çerçevesinde olabildiği kadarıyla katma değerli ürünler üretip, ihraç etmeye çalışıyor. Ancak ihracata dayalı ve sürdürülebilir bir büyüme için bu yeterli değildir. Buradaki katma değerin, yeni teknolojiler ile üretilmiş ürünlerin sağladığı yüksek katma değer olmalıdır. Türkiye bunu henüz başarabilmiş değil. Temmuz ayı dış ticaret verilerine göre, katma değerli ürünler olduğunu varsaydığımız “yüksek teknolojili ürünler”in on iki aylık imalat sanayi ihracatı içindeki payı yüzde 3.6 civarındadır. Bu oran, geçen yıl yüzde 2.8’di, bu oranın bu yıl yükselmiş olması olumlu olmakla birlikte çok yetersizdir. Temmuz ayı itibarıyla on iki aylık ithalatın içindeki yüksek teknolojili ürünlerin payı ise yüzde 10.3’tür ve cari açığı artıracak biçimde çok yüksektir.

Kalıcı ve ihracata dayalı büyüme, yüksek teknoloji içeren ürünlerin üretiminin ve toplam imalat sanayi ihracatı içindeki payının artırılması ile mümkün olacaktır. Bu tespitten hareketle şunu söyleyebiliriz ki mevcut ihracat yapısını destekleyecek politikalar bir kez daha sürdürülebilir büyüme sağlama konusunda yetersiz kalacaktır.