Türkiye, 2018’den bu yana otomobilden alkollü içeceklere kadar ABD menşeli bazı ürünlere uyguladığı ek mali yükümlülükleri kaldırdı. Bu mali yükümlülükler, ilk Trump yönetiminin çelik ve alüminyum ithalatına getirdiği tarifelere karşı Türkiye’nin uyguladığı bir misilleme niteliğindeydi. Dünkü Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile gelinen bu nokta, görüşmeye olumlu bir atmosfer kazandırmayı hedefleyen diplomatik bir jest olarak değerlendirilebilir. Ticaret Bakanlığı da yaptığı açıklamada, iki ülke arasında 100 milyar dolarlık ticaret hacmi hedefine atıfta bulundu. Ancak, kanaatimce, mali yükümlülükler bakımından ikili ilişkilerde ana sorun, uluslararası vergi hukukunun dijital çağla bağlantılı düzenlemelerine dayanıyor.
Dijital Hizmet Vergisi (DHV)
Türkiye’nin 2020’de yürürlüğe koyduğu Dijital Hizmet Vergisi (DHV), Google, Amazon, Facebook ve Apple gibi Amerikan teknoloji şirketlerini doğrudan etkiledi. ABD Ticaret Temsilciliği (USTR), DHV’yi ayrımcı ve uluslararası vergi ilkelerine aykırı bularak Section 301 soruşturması başlattı ve Türkiye’den ithal bazı ürünlere ek gümrük vergileri uygulanmasını önerdi. İki ülke arasındaki bu DHV gerilimi, OECD/G20 çerçevesinde yürütülen küresel vergi reformu kapsamında Türkiye ve ABD arasında bir “askıya alma” mutabakatı ile yumuşatıldı. 22 Kasım 2021’de yayımlanan ortak açıklama ile “geçiş dönemi” için siyasal bir uzlaşıya varıldı. Türkiye, Birinci Sütun’a (Pillar One) ilişkin Çok Taraflı Sözleşme (MLC) yürürlüğe girmeden önce DHV’yi kaldırmayı; geçiş döneminde tahakkuk eden DHV’nin ise belli koşullarda Birinci Sütun kapsamındaki gelecekteki gelir vergilerine mahsup edilebilmesini kabul etti. ABD ise, Section 301 kapsamındaki ek mali yükümlülükleri sona erdirdi. Bu geçici uzlaşının süresi, 12 Mart 2024’te yayımlanan güncellenmiş ortak açıklama ile 30 Haziran 2024’e kadar uzatıldı. Ancak bugün itibarıyla Birinci Sütun’a İlişkin Çok Taraflı Sözleşme halen yürürlüğe girmedi. Ayrıca 30 Haziran 2024 sonrasında geçici uzlaşının uzatıldığına dair yeni bir duyuru da yapılmadı. Dolayısıyla şu anda belirsiz bir alan söz konusu.
Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşması (ÇVÖA)
Türkiye ile ABD arasındaki ÇVÖA 1996 tarihli.w Anlaşma, daimi işyeri kavramını fiziksel varlık üzerinden tanımladığı için Google ve Meta gibi dijital platformların Türkiye’de elde ettiği reklam gelirleri çoğu durumda kaynak ülke vergilendirmesi dışında kalıyor. Türkiye’nin iç hukukta getirdiği temsilci tayini zorunluluğu fiilen DHV’nin tahsiline hizmet ediyor; ancak temsilcinin şirket adına sözleşme akdetme veya gelir elde etme yetkisi bulunmadığından “daimi temsilci” sayılmıyor ve kurumlar vergisi yükümlülüğü doğmuyor. Dolayısıyla, kalıcı çözüm için ÇVÖA’da daimi iş yeri tanımının değiştirilmesi gerekiyor. Keza Anlaşma, bulut bilişim hizmetleri, yapay zeka tabanlı yazılımlar ve SaaS modelleri ile fintech ve dijital ödemelerden doğan gelirlerin nitelendirilmesi bakımından da belirsizlikler içeriyor. Bu tür ödemelerin “ticari kazanç” mı, “gayrimaddi hak bedeli” mi, yoksa “faiz/ komisyon” gibi başka bir kategoriye mi gireceği konusunda net bir çerçeve bulunmuyor. Bu da hangi stopaj oranının uygulanacağı ve hangi ülkenin vergileme hakkına sahip olacağı konusunda ihtilaf riskini artırıyor. Ayrıca, mukimlik testi de modern, dağıtık ve bulut tabanlı işletmeler bakımından giderek sorunlu hale geliyor. ABD ve Türkiye’nin mukimlik tanımları farklı olduğu için, özellikle çifte mukim şirketlerde vergi idareleri arasında görüş ayrılığı yaşanabiliyor.
Vergi diplomasisinin önemi
Ana mesele, dijital çağda küresel vergi düzeninin nasıl işleyeceğidir. Kısa vadeli jestler, uzun vadeli stratejik hedeflere (ÇVÖA güncellemesi, vergi gelirini koruyarak yabancı yatırımcı çekme, ihracatçı şirketlerin yabancı piyasalara erişimindeki engelleri kaldırma/sınırlandırma gibi) ulaşmaya izin verdiği ölçüde makuldur. Uzun süredir vergi, diplomasinin de merkezindedir.





