Nafaka, muhtaç eşlerin birbirlerine, boşanmamış eşlerin birbirlerine, ana babanın küçük çocuklarına, alt soyun üst soya, üst soyun alt soya, refahta olan kardeşlerin zaruret durumundaki kardeşlerine yaptığı bir tür yardım olarak tanımlanmaktadır. Dört tip nafakadan söz edilmektedir.

Nafaka türlerinden ilki olan yoksulluk nafakası, boşanma sonucunda, taraflardan birinin yoksulluk sınırının altında kalmaması ve boşanma sonucunda oluşabilecek ekonomik mağduriyeti gidermek amacıyla taraflardan birinin diğerine ödediği parasal tutardır. Ödenen bu nafakaya Kanunlarımız ne bir üst sınır ne de süre sınırı koymuştur. Nafakayı alan tarafların büyük bir kısmı bu paraya ihtiyaç duymaktadır. Hatta nafakayı vermek zorunda olan taraf bazen bu tutarı ödememekte ve/veya ödemeyi geciktirmektedir. Bu, karşı tarafı elbette zora sokmaktadır. 

Diğer bir nafaka türü olan iştirak yani katılım nafakasının amacı çocukların boşanma sonucunda maddi mağduriyetlerinin giderilmesidir. Ebeveynlerden biri, boşanma sonucunda çocuğun ya da çocukların velayetini aldığı andan itibaren diğer ebeveynin de hala çocuklarına bakma yükümlülüğünün devam etmesi nedeniyle ödediği nafaka türüdür. 

Bir diğeri boşanma davası kapsamında olmayan yardım nafakasıdır. Türk Medeni Kanunu’nun 364’üncü maddesi uyarınca anne, baba, kardeşler ve çocukların birbirlerine karşı maddi yardım sorumluluğu şeklinde düzenlenen bir nafaka türüdür. 

Son nafaka türü ise tedbir nafakasıdır. Türk Medeni Kanunu’nun 169’uncu maddesi uyarınca davasının açılması ile birlikte yargıcın alacağı karar doğrultusunda dava sonuçlanana kadar ödenen bir nafaka türüdür. Burada temel amaç şayet açılan boşanma davası ise boşanma davasının açılması ile birlikte eşler ve varsa çocuk/çocukların boşanma davası açılmadan önceki yaşam standartlarını devam ettirmeleri adına taraflardan birinin diğer tarafa ve yargıcın takdir ettiği tutarda verdiği bir tür parasal tutardır.  

Nafakalar karşı tarafı maddi zorluktan kurtarmak ya da zor duruma düşmesini önlemek amacıyla ödenir. Bu amaçla ödenen nafakalardan vergi alınmaması sosyal devlet gereğidir. Ancak ödenen bazı nafakaların miktarı astronomik seviyede olabilmektedir.

Gelir vergisi açısından nafakalar, Gelir Vergisi Kanunu m.25/8 “Genel olarak nafakalar (Alanlar için)” fıkrası uyarınca gelir vergisinden istisna edilmiştir. Madde hükmünden de anlaşılacağı üzere bir üst sınır belirtilmemekte ve nafaka mahiyetinde olma koşuluyla ödenen tutar ne kadar olursa olsun gelir vergisine tabi olmamaktadır. Kanaatimizce olmaması da gerekir. Ancak bazı nafaka tutarları çok fazla olabilmekte ve bu ödemeler de gelir vergisinden istisna edilmektedir. Ödenen aylık yoksulluk nafakası yüz bin liralarla hatta bazen milyon liralarla zikredilmektedir. Bu şekilde ödenen ve “üst düzeyde bir zenginlik nafakası” olarak adlandırılması gereken bu nafaka tekrar evlenilmediği sürece alınmaya devam edilecek ve gelir vergisi de ödenmeyecektir. 

Diğer taraftan veraset ve intikal vergisi, ivazsız yani karşılıksız intikallerden alınan bir vergidir. Bağış, miras, çekiliş, şans oyunları gibi ivazsız yani karşılıksız intikallerden alınan bir servet vergisidir. Buna göre ödenen nafakalar, boşanma karşılığında ödenen bir para olması münasebetiyle ivazsız bir intikal sayılmamakta ve dolayısıyla da veraset ve intikal vergisinin de konusuna girmemektedir. 

Özetle; bu ödemelerden GVK m.25/8 uyarınca gelir vergisi ve ivazsız bir ödeme sayılmaması nedeniyle veraset ve intikal vergisi alınmamaktadır. Bu nedenle bu tür ödemelerle alakalı ödenme sürelerine (belki sınırlandırma), ruhlarına, nafaka alan tarafın engellilik gibi özel durumlarına ve amaçlarına uygun bir vergileme modeli geliştirmenin yerinde olacağı kanaatindeyiz. 

Topçu, popçu, şarkıcı, iş insanı gibi yüksek gelirli kişiler eşlerine ödedikleri bu yüksek nafakalar dudak uçuklatan cinsten olmasına rağmen maalesef vergilendirilmemektedir. 

Belirtmekte fayda görüyorum ve şunu söylüyorum; nafakalar elbette vergilendirilmesin ama bu şekilde devasa tutarlarla alakalı bir formülasyon geliştirmek vergilemede adalet adına hiç fena olmayacaktır.

Bu nedenle ödenecek nafaka tutarına "her ay için aylık iki-üç-dört vs brüt asgari ücret tutarı kadar" ya da “GVK m.103’de yer alan üçüncü dilimin üst sınırı kadar” gibi bir kısıt konularak istisna edilmesi aşan tutarın ise gelir vergisine tabi tutulmasını önermekteyim.

Ya da sizlerden gelecek formülasyon önerileri ile daha rasyonel bir çözüm bulabiliriz diye düşünmekteyim.