Son yıllarda hukuk, teknolojiyi takip eden bir alan olmaktan çıkıp onunla birlikte yeniden şekillenen bir yapıya dönüştü. Geçtiğimiz günlerde insan hakları avukatı Amal Alamuddin Clooney’nin Oxford Üniversitesi ile kurduğu Oxford Institute of Technology & Justice (Oxford Teknoloji ve Adalet Enstitüsü) bu dönüşümün sembolik bir adımıydı.

Clooney, BM’nin Suriye’deki savaş suçları incelemelerine katkı sağlayan hukuk ekiplerinde yer alması, Kofi Annan'a danışmanlık yapması, Gazze Şeridi'ndeki savaş kurallarının ihlallerini araştıran üç kişilik bir BM komisyonuna seçilmesi ve kariyerinin erken döneminde Enron vakasıyla bağlantılı uluslararası kurumsal davalarda görev almasıyla, adalet kavramını hem çatışma bölgelerinde hem de küresel şirketler evreninde deneyimlemiş bir hukukçu. Bu birikim, onun bugün yapay zekâ ve adalet ilişkisine dair söylediği her sözün neden bu kadar dikkatle dinlendiğini açıklıyor çünkü ilk kez insan hakları aktivizmi, akademi ve yapay zekâ topluluğu aynı masada, aynı aciliyetle buluşuyor.

Clooney konuşmasında, savaş suçlarından ifade özgürlüğüne kadar pek çok alanda delillerin artık dijital ortamlarda üretildiğini, yapay zekânın doğru kullanılırsa susturulmuş topluluklar için bir “hakikat koruyucusu” hâline gelebileceğini vurguladı. Oxford ekibiyle birlikte dünyada benzeri şimdiden kullanılan bazı modelleri işaret etti: Ukrayna’da sivil hedeflere yönelik saldırıları doğrulamak için görüntü analizinde kullanılan açık kaynaklı sistemler; Myanmar’da Rohingya köylerinin yok edilmesini belgelemek için uydu görüntülerini tarayan algoritmalar; Afrika’da kaybolan gazetecilerin dijital izlerini yeniden kurmak için kullanılan adli teknoloji platformları… Bunlar uydurma vaatler değil; teknolojinin doğru yönlendirildiğinde ne kadar hayati bir role sahip olabileceğinin gerçek örnekleriydi.

Kayıp delillerin ve kaybolan seslerin peşinde

Bugün bir insan hakları ihlali yaşandığında delillerin büyük bölümü sosyal medyada, telefonların hafızasında veya uydu görüntülerinde saklanıyor. Bu veri yoğunluğu ise insan gözü için neredeyse imkânsız bir tarama demek. İşte burada yapay zekâ, adaletin en kritik boşluğunu dolduruyor. Örneğin Amnesty International’ın “Digital Verification Corps” (Dijital Doğrulama) birimi, yüz binlerce saatlik video ve fotoğrafı analiz ederek sahte içerikleri ayıklıyor ve doğrulanmış dijital delilleri uluslararası soruşturmalarda kullanılabilir hâle getiriyor. Bu teknoloji sayesinde daha önce mahkemelerde kabul edilmeyen pek çok dijital içerik artık sistematik biçimde doğrulanabiliyor.

Clooney Foundation ve Oxford Üniversitesi’nin kurduğu enstitü de tam bu noktada devreye giriyor: Dijital delillerin doğrulanması, yapay zekâ destekli tanıklık analizi, toplu veri taraması ve algoritmik önyargının giderilmesi üzerine uluslararası standartlar geliştirmek. Çünkü teknoloji tek başına bir kurtarıcı değil; yanlış kodlandığında yargısız infazlara, ayrımcı kararlara ya da manipülatif delillere de kapı aralayabilir. ABD’de bazı eyaletlerde kullanılan risk değerlendirme algoritmalarının siyah sanıkları daha yüksek riskli göstermesi bunun çarpıcı bir örneği. Bu nedenle yapay zekâyı adalete entegre ederken etik ilkeler, şeffaflık ve denetlenebilirlik artık hukukun yeni ortak dili olmak zorunda.

Üstelik bu girişim yalnızca küresel bir hukuk laboratuvarı değil; aynı zamanda kadınlar ve kız çocukları için adalete erişimi kolaylaştırmayı hedefleyen ilk büyük teknoloji-hukuk platformu. Independent’ın haberine göre enstitü, dünyada yüzbinlerce kadının maruz kaldığı şiddet, taciz ve ekonomik sömürü vakalarında dijital delillerin korunması, ücretsiz hukuki bilginin ölçeklenmesi ve yapay zekâ destekli yönlendirme araçlarının geliştirilmesi için çalışacak. Bu amaç, adaletin sadece mahkeme salonlarında değil, dijital alanlarda da savunulması gerektiğini bir kez daha gösteriyor

Teknoloji bizi daha adil bir geleceğe mi taşıyacak?

Oxford Üniversitesi’nin enstitüsü bu noktada önemli bir çağrı yapıyor: Teknoloji yalnızca güçlülerin değil, sessiz bırakılanların da savunucusu olabilir. Yeter ki ülkeler bu araçları doğru çerçeve içinde kullansın; veriyi manipülasyon için değil, hakikati açığa çıkarmak için işlesin; algoritmayı baskı için değil, adalete erişimi kolaylaştırmak için tasarlasın. Adalet, ancak toplumun tüm kesimlerine eşit mesafede durduğunda anlamlıdır ve teknoloji bu mesafeyi kısaltmak için elimizdeki en büyük fırsatlardan biri olabilir. Bugün dünya yepyeni bir kırılma noktasında. Adalet sistemi, kendi kapasitesini aşan bir veri çağının ortasında nefessiz kalıyor. Yapay zekâ bu nefesi geri verebilir ama ancak doğru kullanılırsa.

Gerçek şu ki teknoloji tarafsız değildir; ona hangi değeri yüklersek o yönde çalışır. Eğer insan haklarını korumak için kodlanırsa umut olur, hesap verebilirlik yaratır, karanlıkta kalmış hikâyeleri açığa çıkarır. Ama güç merkezlerinin çıkarları için şekillenirse adaleti geciktirebilir, hatta çarpıtabilir.

Belki de bu yüzden asıl soru teknolojiye değil bize yöneliyor:

Yapay zekâyı, adaletin hızına mı ekleyeceğiz, yoksa adaletsizliğin ağırlığına mı?

Kaynak: Dünya | Prof. Dr. Çisil SOHODOL