MEVZUAT

Yurtdışı iştiraklerin kârından Türkiye'de vergi

Türk şirketleri için yurtdışına açılmak ve iştirak sahibi ol­mak artık lüks değil, uluslararası ticarette rekabet gereğince nere­deyse zorunluluk. Ancak yurtdı­şında iştirak sahibi olmanın cazi­besi kadar, mali tabloları doğrudan etkileyecek bazı vergisel sonuçları da var.

Abone Ol

CFC’de en özet haliyle kural şu: Eğer yurtdışında kurduğunuz ya da ortak olduğunuz bir şirkette yüz­de 50 veya daha fazla payınız varsa, bu şirketin kazancı bazı koşullarda Türkiye’de vergiye (Kurumlar Ver­gisi’ne) tabi oluyor. Buradaki yüzde 50 oranı doğrudan veya dolaylı ola­rak, tek başına veya birlikte, serma­ye, kâr payı veya oy hakkının en az yüzde 50’sine sahip olmak suretiy­le kontrol etmeyi ifade ediyor. CFC uygulamasındaki kritik nokta; bu kâr size dağıtılmamış olsa bile “Türkiye’de elde edilmiş gibi” Ku­rumlar Vergisi söz konusu oluyor.

Hangi şartlarda CFC gündeme geliyor?

Eğer yurtdışı iştirakiniz yuka­rıdaki şartı sağlayarak CFC kap­samına giriyorsa, bu iştirakinizin kazancı üzerinden Türkiye’de ver­gileme yapılması için şu üç temel şart aranıyor:

1 Pasif gelir oranı: Eğer iş­tirakin yıllık gelirinin en az yüzde 25’i faiz, temettü, kira, lisans ücreti veya menkul kıymet satış ka­zancı gibi “pasif” nitelikli gelirler­den oluşuyorsa, yani şirketin ticari faaliyetleri ikinci planda, gelir bü­yük ölçüde finansal enstrümanlar­dan geliyorsa, ilk şart gerçekleşmiş oluyor. Faaliyet ile orantısız olarak elde edilen ticari vb. kazançlar da pasif gelir sayılıyor.

2 Vergi yükü: İştirak, bulun­duğu ülkede toplamda yüz­de 10’dan az bir gelir ve kurum­lar vergisi benzeri vergi ödüyorsa, Türkiye bu kazancı vergilendir­me hakkına sahip oluyor. Bu şart, özellikle “vergi cenneti” olarak ta­bir edilen ülkelerde kurulan şirket­ler için kritik. Bu durum söz konu­su ise ikinci şart da gerçekleşmiş oluyor. Bu noktada vergi yükü, yurt dışındaki iştirakin bulunduğu ül­kede ilgili dönemde tahakkuk eden ve kâr payı dağıtımına kaynak olan kazançlar üzerinden ödenen ver­giler de dahil olmak üzere, toplam gelir ve kurumlar vergisi benzeri verginin, bu dönemde elde edilen toplam dağıtılabilir kurum kazancı ile tahakkuk eden gelir ve kurumlar vergisi toplamına oranlanması su­retiyle tespit edilecektir.

Vergi yükünün hesaplanması­na bir örnek vermek gerekirse; bir iştirakiniz 300 bin dolar ticari ka­zanç elde ediyor. Ancak istisna ve indirimler nedeniyle sadece 120 bin dolar tutarındaki kısmı vergiye tabi oluyor. Yüzde 20 oranla 24 bin dolar vergi ödeniyor. Bu durumda fiili vergi yükü: 24.000 / 300.000 = %8 olarak hesaplanır.

Bu örnekte sonuç; Türkiye’de CFC kapsamında vergileme gün­deme gelir.

3 Asgari hasılat: İştirakin yıllık brüt geliri 100 bin TL karşılığı yabancı parayı aşıyorsa, CFC kapsamına giriyor. Bu tutar, Kurumlar Vergisi Kanunu’nun Resmi Gazete’de ilk yayımlandığı Haziran 2006 tarihinden buyana değişmeden aynı duruyor. O tarih­te yaklaşık 60 bin dolar rakamına tekabül eden bu tutar, bugün itiba­riyle artık 2 bib 500 dolar rakamı­nın altına tekabül etmekte. Kanun maddesi halen aynı tutarda korun­duğu için, bugün itibariyle de 100 bin TL üzerinde brüt geliri olan bir yurt dışı iştirak CFC kapsamında değerlendirilme şartını karşılamış olacaktır.

Yukarıda sayılan bu üç kriterin tamamı gerçekleşirse, iştirak kâ­rı Türkiye’de vergilendiriliyor. Ör­neğin, yurtdışındaki iştirakiniz 10 milyon dolar kazanç elde etmiş ve bunun en az yüzde 25’i faiz, lisans ücreti gibi pasif gelirlerden oluş­muşsa, bu iştirakten size bir kâr da­ğıtımı yapılmamış olsa bile Türki­ye’de kurumlar vergisi doğuyor.

Çifte vergilendirmeyi önleme anlaşmaları ne diyor?

Peki, onlarca ülkeyle imzalan­mış Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmaları (ÇVÖA) bu durumda devreye girip yükü hafifletir mi?

Kurumlar Vergisi Genel Teb­liği’nin (1 seri no.lu) açık hük­müne göre, yürürlükte bulunan ÇVÖA’lar, Türkiye’nin CFC kazan­cı üzerinden vergileme yetkisini sınırlamaz. Yani yurtdışı iştiraki­niz eğer CFC kapsamına giriyor­sa ve kazancın vergilendirilmesine ilişkin yukarıda saydığımız şartlar varsa, bu iştirakin kazancı Türki­ye’de CFC kapsamında kurumlar vergisi hesaplamasına konu edile­cektir. Anlaşmalarda yer alan “iş yeri”, “daimi temsilci” veya “temet­tü” hükümleri bu aşamada dikkate alınmaz; çünkü Türkiye bu aşama­da kâr payını değil, CFC kazancını vergilendirmektedir.

Ancak, yurtdışı iştirak tarafın­dan Türkiye’ye kâr payı dağıtımı yapılması halinde durum değişir. Zira, eğer aynı kazanç daha sonra temettü olarak Türkiye’ye aktarı­lırsa, artık konu “temettü” geliridir ve ÇVÖA hükümleri devreye girer. İşte bu aşamada, “Temettülerin vergilendirilmesi” ve “Çifte vergi­lemenin önlenmesi” başlıklı anlaş­ma hükümleri uygulanır.

Bu aşamada;

-Eğer bu kar payı gelirine iliş­kin ÇVÖA kapsamında bir is­tisna yoksa:

● Yurtdışında ödenen vergi Tür­kiye’de hesaplanan kurumlar ver­gisinden mahsup edilir.

● Eğer hala vergi yükü kalıyorsa, önceden CFC kapsamında öden­miş kurumlar vergisi de bu kâr pa­yına isabet eden tutar kadar mah­sup edilir.

● Mahsup sonrasında halen bir fazlalık varsa ve kâr payı fiilen Tür­kiye’ye getirilmişse, bu fazla tutar iade edilir.

2 Fakat bu kar payı gelirine ilişkin ÇVÖA kapsamında bir istisna varsa:

● Yurtdışından elde edilen kar payı Türkiye’de kurum kazancına dahil edilmez.

● Daha önce aynı kazanç için CFC kapsamında ödenmiş kurum­lar vergisi, dağıtılan kâr payına isa­bet eden kısmı kadar doğrudan ia­de edilir.

İşte tam da bu detay, CFC ka­zançlarının vergilendirilmesi için kritik bir boyut taşımaktadır. Bir sonraki yazımızda, bu istisnanın CFC kazançlarının vergilendiril­mesini nasıl değiştirebileceğini ör­nek iki ülke ile imzalanan ÇVÖA hükümleri ışığında ele alacağız.

CFC uygulaması, Türkiye’nin vergi tabanını koruma refleksi. An­cak iş dünyası açısından bu, “yurt­dışında kazanılan kâr, belli şartla­rın varlığı halinde Türkiye’ye hiç gelmese bile vergilenebilir” anla­mına geliyor. Stratejik planlamada bu gerçek göz ardı edilirse, yurtdışı yatırımlar beklenmedik bir vergiyi de beraberinde getirebilir.