Belli ki bu sorunların kök nedenlerine çözüm üretmek yerine, günü kurtarmaktan öteye geçemiyoruz. Finansal istikrarsızlık, enflasyon, hayat pahalılığı, durgunluk, yoksulluk, işsizlik, gelir dağılımı bozukluğu, bütçe açığı, dış ticaret açığı gibi sorunlar gerçekte suyun üzerinde görünen belirtilerdir. Bu sorunların temelinde ise sağlıklı ve nitelikli bir üretim ve istihdam yapısına sahip olamayışımız, kayıt dışı ekonominin büyüklüğü, hukuksuzluk ve yandaşı zengin etmeye dayanan politik sömürü düzeni yatmaktadır.
Geçen hafta, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s, Türkiye’nin uzun vadeli yabancı ve yerel para cinsinden kredi notunu bir kademe artırarak B1’den Ba3’e yükseltti ve not görünümünü “pozitif”ten “durağan”a çevirdi. Bu durum büyük bir başarı gibi lanse edildi; gazeteler manşetler attı. Ancak önde gelen üç kredi derecelendirme kuruluşu da (Moody’s, Fitch ve S&P) hâlâ Türkiye’yi yüksek riskli ülkeler kategorisinde görüyor ve yatırım yapılabilir ülke olarak değerlendirmiyor. Bu not artırımı sadece, Türkiye’nin aldığı krediyi geri ödeme kapasitesinin bir miktar iyileştiği anlamına geliyor. Oysa Türkiye’nin CDS primlerine baktığımızda, gelişmekte olan ülkeler arasında Arjantin hariç hâlâ en yüksek (kötü) CDS primine (274.49 bps) sahip bulunuyor.
Yaygın kayıtdışı ekonomi
Haziran ayında bütçe açığı 330.2 milyar liraya, ilk altı aylık bütçe açığı 980.478 milyar liraya, son 12 aylık bütçe açığı ise 2 trilyon 339 milyar liraya (GSYH’ye oranla yüzde 4.5) yükselmiş durumda. Bu bütçe açığını da ancak yüksek faizle borçlanarak kapatabiliyoruz. Borçlarımız sürekli artıyor. İlk altı ayda ödenen faiz tutarı 1 trilyon 111 milyar liraya ulaşmış bulunuyor. Türkiye’de bütçe açığının bir nedeni keyfi harcamalar ve kamunun tasarruf etmemesi iken diğer nedeni de ekonomideki yüksek kayıtdışılık ve toplanamayan vergi gelirleridir.
Vergilerin yaklaşık yüzde 80’i; kaynaktan alınan vergilerden, KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergilerden, gümrük vergileri, mülkiyet vergileri ve işlemler üzerinden alınan harç ve benzerlerinden oluşuyor. Beyan edilmesi gereken ve dolaysız vergi konusu olan gelir ve kazançlarda ise yaygın bir kayıtdışılık gözlemleniyor. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in açıklamalarına göre; 2024 yılında kuyumcular aylık ortalama 42.360 lira, doktorlar 61.031 lira, avukatlar 33.641 lira, restoranlar 20.329 lira, kadın kuaförleri ise sadece 4.729 lira brüt gelir beyan etmiş. Özellikle hizmet sektörü neredeyse belgesiz çalışıyor. Bütün bu rakamlar ve vergi incelemeleri, Türkiye’de kayıt dışılığın ne denli yaygın olduğunu gösteriyor.
Oysa çağımızın gelişmiş teknolojik ve finansal olanakları kullanılarak vergilemede net gelir artışı esasına geçilebilir; ayrıca izah edilmeyen servet artışlarının makul oranlarda vergilendirilmesi sağlanabilir. Böylece hem vergilendirmede adalet sağlanmış olur hem de kayıtdışılık en aza indirilmiş olur. Peki neden yapılamıyor? Çünkü burada da karşımıza siyasi irade sorunu çıkıyor.
HASTALIKLI RANT VE VERGİ SİSTEMİ
Kayıt dışılığın yaygın olduğu bir ekonomide adil vergilendirme imkânı da ortadan kalkıyor. Maliye idaresi çareyi ya dolaylı vergileri artırmakta ya da kümesteki kazlara yüklenmekte buluyor. Öyle ki otomobil, cep telefonu, elektronik eşya, akaryakıt, alkol ve tütün ürünleri gibi toplumun temel ihtiyaç ürünleri üzerinden, bazılarında ürünün bedelinden fazla alınan yüksek ÖTV ve KDV oranları hem adaletsizliği derinleştiriyor hem de enflasyonun yükselmesine neden oluyor.
Osmanlı İmparatorluğu, aklı ve bilimi ötelediği, sanayileşemediği ve mali sistemini toprak düzenine dayalı vergilerden, ganimet, haraç, gümrük ve borç kıskacından kurtaramadığı için çöktü. Bugünün Türkiye’si de bir türlü rant ekonomisinden üretim ekonomisine geçemiyor. Sanayi üretimi geriliyor, kapasite kullanım oranları düşüyor, yetişmiş nitelikli işgücü yurtdışına kaçıyor ve yeni yatırımlar yapılamıyor; çünkü makroekonomik dengesizlikler, hukuksal eksiklikler, güvensizlik ve belirsizlikler yatırımcıların önünü görmesini engelliyor.
Ekonomide öncelikli sorun olan enflasyonla mücadele ise yalnızca; “Parası olana yüksek faiz ver, çalışanların reel ücretlerini ise yoksulluk ve açlık sınırının altına indir” anlayışıyla yürütülüyor. Bu yöntemle dolar milyonerlerinin sayısı artarken ülke olarak fakirleşmeye devam ediyoruz. İtiraz eden olmadıktan sonra...





