İktidarın yapay tedbirlerle faizleri düşürme ve kuru kontrol altında tutma politikasının ekonomide yarattığı riskler artıyor. Akıl, mantık ve ekonomi bilimine dayanmayan politikaların sonuçları, demagojik olarak geçici algılar oluşturabilir ama gerçekleri göstermezler...

Merkez Bankası Para Politikası Kurulu, geçen haftaki toplantısında yüzde 9 olan politika faizi oranını sabit tuttu ancak önceki toplantıda kullanılan politika faizinin yeterli düzeyde olduğuna ilişkin cümlesini metinden çıkardı. Acaba seçime doğru yeniden politika faizi indirimleri mi gelecek? Öyle ya ekonomi yönetimi uyguladığı para politikasını “Faiz sebep, enflasyon neticedir” tezine dayandırdığına göre, enflasyonu aşağı çekmek için neden politika faizini sıfırlamasın?

Gelin bu politika faizini talimatla indirme deneyini birlikte inceleyelim:

2021 Eylül’ünde politika faizi oranı yüzde 19 seviyesindeyken; enflasyon oranı yüzde 19, Türk Lirası mevduat faiz oranı yüzde 19, Türk Lirası ihtiyaç kredisi faizi oranı yüzde 22.38’ler civarındaydı. Yeni ekonomik modele geçiyoruz diye başlatılan politika faizi indirimlerinden sonra, 2023 Ocak ayında geldiğimiz durum; politika faiz oranı yüzde 9, enflasyon oranı yüzde 64.27, mevduat faiz oranı yüzde 25, Türk Lirası ihtiyaç kredisi faiz oranı yüzde 28.90 seviyesinde görülüyor. 

ENFLASYON PATLADI, NEGATİF REEL FAİZ SERVET TRANSFERİNE NEDEN OLUYOR

Ne oldu? Enflasyon patladı ve “Faiz sebep, enflasyon neticedir” tezi çöktü. Faizi indireceğiz diye çıkılan yolda; Hazine’nin faiz yükü daha da arttı, 2023 yılı bütçesinde geçen seneye göre yüzde 71.5 artışla 565.6 milyar lira faiz ödeneceği öngörülüyor. Hazine 19 Ocak’ta gerçekleştirdiği 10 yıllık tahvil ihracı ile 2.75 milyar doları ancak yüzde 9.75 faiz oranı ile borçlanabildi. 

Yıllık enflasyon oranında baz etkisinden dolayı ortaya çıkan düşüş, baz etkisi ortadan kalktıktan sonra uygulanan seçime yönelik genişlemeci maliye ve kredi politikaları nedeniyle tekrar artışa geçeceği anlaşılıyor. Gerçekte ise vatandaşın katlandığı hayat pahalılığı artmaya devam ediyor. 

Öte yandan mevduat ve kredi faiz oranları düşmemiş aksine yükselmiş ama oluşan yüksek enflasyon (yüzde 64.27) nedeniyle yüzde 24’ler seviyesinde bir negatif reel faiz oranı ortaya çıkmış görünüyor. Dolayısıyla vatandaşlar bir yandan liralaşmaya zorlanırken diğer yandan elindekini avcundakini eriten ve servet transferine yol açan bir mekanizma çalışıyor. 

Ekonomi yönetimi döviz kurunu, arz ve talep dengesi dışında zorlama tedbirlerle kontrol altında tutacağım diye 2021 yılında 128 milyar dolarlık, 2022 yılında ise 98 milyar dolarlık Merkez Bankası rezervini eritti. 2022 dış ticaret açığı 110 milyar doları, cari açığı ise 38 milyar doları aştı. Kasım 2022 itibarıyla Türkiye’nin bir yıl içinde ödemesi gereken toplam kısa vadeli dış borcu 189 milyar dolar seviyesini geçmiş bulunuyor. 

DEVALÜASYON RİSKİ BÜYÜYOR

Kur korumalı mevduatın (KKM) 2022 yılında Hazine’ye ve Merkez Bankası’na olan toplam maliyeti 160 milyar lira olarak hesaplanıyor. Son birkaç aydır kurlar sabit tutulduğundan bu maliyetler sınırlanmış olsa da bu sefer de başka risklerin oluşmaya başladığını görüyoruz. KKM hesapları reel olarak kaybettirdiği için çözülmeye başladı, peki bu paralar nereye gidiyor? 

Muhtemeldir ki bir kısmı döviz olarak yastık altına, bir kısmı yurtdışına gidiyor. Merkez Bankası 50 bin doların üzerindeki yurtdışı para transferlerini ciddi kısıtlama getirdi, 10 milyon lira ve üstü dövizi olan işletmelere (yaklaşık 530 bin dolar) Türk Lirası kredi verilmesini engelledi, kendisine döviz yatıran bankalara yüzde 4.5 faiz vereceğini açıkladı. Deyim yerindeyse içeride ve dışarıda döviz dilenmeye başladık. Bütün bunlar adım adım sermaye kontrollerinin daha da artacağını gösteriyor. Seçimin getirdiği belirsizlikler de buna eklenince, seçimden önce olmasa bile seçimden sonra bir devalüasyon riski görülüyor.

Cumhuriyet | İrfan Hüseyin YILDIZ