1900’lerin başında Nikola Tesla’nın “Kablosuz Dünya Sistemi” fikrini ortaya atmasının ardından Dünyayı Saran Ağ’ın (World Wide Web) ilk temelleri 1950’lerde atılmıştır.

İlk internet deneyimi için ise 1989’a kadar beklememiz gerekti. Hemen sonrasında da dünyamız öngörülemez bir hızla dönüştü. Çocukken babam matbaada çalışıyordu ve basılan her kitaptan eve de getiriyordu. En çok da ansiklopedileri seviyordum.

Her sayfasında okuduğum muhteşem bilgiler ve resimlerle hayal gücümün sınırlarını zorluyordum. Benim internetle ilk tanışmam ise 1998 yılında oldu. Çalıştığım kurumdaki bilgisayarlarda AltaVista arama motorunu kullanıyordum.

İstediğim her bilgiyi bana resimleriyle birlikte getiren bu canlı ansiklopedi hayatımı değiştirdi. Bilgiye erişimimin bu kadar hızlı ve kolay olması beni çok etkilemişti. Bilgiye erişmek harikaydı fakat bir yerden sonra kendi bildiklerimi paylaşma arzusu da yavaş yavaş gelişmeye başlıyordu. O dönemde internetin sadece tüketicisiydim.

Milenyumla birlikte internetin kullanım amaçları da değişmeye başladı. Sadece uzmanların yazdıklarını okuyarak bilgi edinme dönemi bitmeye başladı. Bunun yerini herkesin, içeriğin bir parçası olduğu, içeriği bizzat ürettiği bir döneme girdik.

Blog yazıları, forumlar, anlık mesajlaşma, resim, müzik ve hatta videoların tüm dünyayla paylaşıldığı bir dönemdi bu. Öyle bir dönem ki Facebook, Twitter, Youtube, Instagram gibi devlerin arka arkaya hayatımıza girdiği yıllardan bahsediyorum. Sadece uzmanların değil herkesin içerik ürettiği tamamen akışkan bir internet deneyiminin içinde yer aldık.

Sadece tüketicisi olmaktan çıkıp üreticisi olduğumuz bir dünyaydı bu. 2008 yılında Satoshi Nakamoto rumuzuyla yayınlanan Bitcoin dokümanı ile yepyeni bir dünyanın kapılarını araladık. O günden bugüne internet kendi deneyim alanında genişlerken, blokzincir teknolojisi de gelişim sürecini hızla tamamlamaya başladı. Her ne kadar kripto varlıklarla anıyor olsak da, o gün ortaya konan teknoloji bugün bize “merkeziyetsiz” bir dünya sundu.

Finansal dinamikler açısından bunu şöyle tanımlayabiliriz; bir bankada veya finans kurumunda hesap açarak tüm verilerimizi ve varlıklarımızı merkezi otoritelere teslim edip, onların izin verdiği ölçüde hareket etmek yerine, tüm bilgileri dijital cüzdanlarımızda, blok zincir teknolojisinin sunduğu merkezi olmayan sistemlerde tutarak, tamamen özgür bir şekilde hareket etmek mümkün durumda.

Bunun elbette ki avantajları ve dezavantajları var. İnternet açısından da benzer bir durum söz konusu. Yani az önce saydığım sosyal medya devleri veya arama motoru devlerinin şu andaki konumunu düşünelim.

Bu kurumlar kendileri içerik üretmiyor. İçeriği bizler üretiyoruz fakat tüm verilerimiz onların merkezi sistemlerinde, onların kontrolünde yer alıyor ve günün sonunda parasal olarak da asıl kazanan onlar oluyorlar.

Elbette bize bu içerikleri yayınlamamız için teknik imkanlar ve kolaylıklar sunuyorlar. Daha da önemlisi pazarlama gücüyle birlikte çok büyük kitleleri kendi deneyim alanlarında tutuyorlar. Yani paylaştığımız bir içeriğin çok sayıda başka insana gösterilmesini sağlayarak bizim duygusal tatmin seviyemizi sürekli olarak üst seviyede tutuyorlar.

Bununla birlikte merkeziyetsiz dünyanın olanakları ile artık sosyal medyanın da alternatifleri oluşmaya başlıyor. Bu alternatiflerin en önemli özelliği ise, içeriklerin asıl sahibinin bizler olması sebebiyle, elde edilen gelirlerin de aynı ölçüde sahibine verilecek olması.

Bu yolculuğu kısaca, Web 1’de tüketicisi olduğumuz, Web 2’de üreticisi olduğumuz, Web 3’de ise sahibi olduğumuz bir internet deneyimi olarak tanımlayabiliriz. Bunu bir giriş yazısı olarak kabul edin lütfen. Sonraki yazılarda merkeziyetsiz dünyanın daha da derinliklerine inerek yepyeni bir dünyanın kapılarını aralayacağız. Güzel bir gelecek için…

Dünya | İskender ADA