Ekonomiyi; sınırsız insan ihtiyaçlarını, kıt kaynaklarla karşılama faaliyetlerini inceleyen sosyal bir bilim olarak tanımladığımızda tercihler devreye giriyor.
Finansallaşmış küresel ekonomiye bağımlı bizim gibi ekonomilerde ortaya çıkan ekonomik krizlerin; genellikle adil olmayan bir ahbap çavuş kapitalizminin işlediği, sorumluluğun, hesap verilebilirliğin ve şeffaflığın ortadan kalktığı, hukuk ve kural tanımayan rant edinme ve servet transferi süreçleri eşliğinde ortaya çıktığını görüyoruz.
Bu ekonomilerde iktidarı elinde bulunduranların tercihlerini kimden yana kullandıkları önemli olmakta birlikte daha da önemli olan kamu yararını önceleyen kurumların ne kadar güçlü olduğu, hukukun ne kadar etkin olduğu, toplumun olan biteni sorgulayabilme ve itiraz edebilme kapasitesidir.
Türkiye’de Cumhuriyet Devrimlerinin en önemli hedefi; uygar, kalkınmış, barış içinde, sosyal, laik ve demokratik bir hukuk devleti inşa etmek olarak belirlenmiştir. Bunun için özgür düşünebilen ve sorgulayabilen yurttaşları çoğaltmak ve Cumhuriyeti ayakta tutacak kurumlar yaratmak öncelikli olarak ele alınmış, bu amaçla laik-bilimsel Eğitim Birliği Yasası hayata geçirilmiş, hukukun bütün alanlarında reformlara gidilerek ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel görevlerle yetkilendirilmiş birçok kurum oluşturulmuştur.
KURUMLARIN ZAYIFLAYAN KAPASİTELERİ
Ancak son 16 yılda adım adım laik bilimsel eğitim tahrip edilerek üniversitelerimizin ve her alandaki beşeri sermayemizin kalitesi iyice azaltılmıştır. Büyük emeklerle kurulmuş, kendi gelenekleri ve hafızaları oluşmuş birçok kurum ya kapatılmış ya da işlevsiz hale getirilmiştir. Uygulanmakta olan cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle, kuvvetler ayrılığı fiilen ortadan kalktığı gibi kamudaki denge ve denetim mekanizmaları da çalışamaz hale getirilmiştir.
Millet egemenliğinin ete kemiğe büründüğü organ olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yasama gücü teorik ve pratik olarak yok gibidir. Merkezi yönetim bütçesi bile Saray’da hazırlanmakta, Meclis’in bu bütçeyi reddetmesi bile önem arz etmemektedir. Meclis adına, dolayısıyla millet adına kamu harcamalarını denetlemekle görevli Sayıştay’ın etkinliği kalmamış, işlevi sadece görüntüye indirgenmiştir.
Kapsayıcılığını kaybeden benzer bir gerilemeyi vergi sistemimizde ve kurumlarında da görüyoruz. 1949-1959 tarihleri arasında Federal Almanya yasaları örnek alınarak vergi alanında reform niteliğinde olabilecek ilave vergi kanunları; 1950 yılında Gelir Vergisi ve Kurumlar Vergisi Kanunu ile Vergi Usul Kanunları; 1953 yılında “Amme Alacakların Tahsili Usulü” hakkındaki kanun, 1957 yılında ise Gider Vergileri Kanunu çıkarılmıştır.
MALİYE HESAP UZMANLARI KURULU
Bütün bu reform süreçlerinin öncesinde, vergileme alanında teorik çalışmaları yapacak, sistem kuracak, vergilendirme uygulamalarında ve incelemelerde etkin rol oynayacak kurumları da oluşturmak gerekmiştir. Bu nedenle Batı’daki benzerleri ölçüsünde bir denetimin yapılabilmesi için inceleme tekniğine vâkıf, tarafsız, dürüst, mesleki bilgisi, ihtisası ve tecrübesi olan elemanlardan oluşan bir denetim teşkilatına ihtiyaç duyulmuştur. Bu nedenle 29 Mayıs 1945 tarihinde 4709 sayılı kanun ile Hesap Uzmanları Kurulu kurulmuştur. Maalesef 2011 yılında Cumhuriyetin bu nitelikli kurulu kapatılmıştır. Kendi kültürlerini oluşturmuş, bilgi birikimi, liyakati ve tecrübesi ile belli noktalara gelmiş, kurumsal hafızası ve işlevleri ile “marka” haline gelmiş bu ve benzer kurumları kapatmanın; ülkenin kurumsal kapasitesini de zayıflattığını sonraki yıllarda üzülerek öğrenmiş bulunuyoruz.
Maliye Hesap Uzmanları Vakfı, Hesap Uzmanları Kurulu’nun kuruluş yıldönümü olan 29 Mayıs Çarşamba günü İstanbul Conrad Bosphorus Oteli’nde, “Enflasyonla Mücadele ve Merkez Bankacılığı” konulu bir panel düzenliyor. Açış konuşmalarını vakıf başkanı Ahmet Eren’in, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in yapacağı panelin moderatörü Prof. Dr. Hakan Kara; konuşmacıları ise eski Polonya Başbakanı ve eski Merkez Bankası Başkanı Prof. Dr. Marek M. Belka, eski Macaristan Merkez Bankası Bakanı Andras Simor olacak.
Umuyorum bu panelde ülkemizde uygulanan para ve maliye politikalarının sonuçları, dünya uygulamalarıyla karşılaştırılarak tartışılması imkânı ortaya çıkar. Zira giderek otoriterleşen bir yapıda, kurumsal yönetimin ilkeleriyle yönetilmek, pozitif ekonomin kuralarını uygulamak ve rasyonel zemine geçmek bile pek kolay olmuyor.
Cumhuriyet | İrfan Hüseyin YILDIZ