Asıl tehlike, bir çalışanın geliştirdiği yazılımın, tasarımın, logonun, kodun veya içeriğin “şirkete ait sanılması”dır. Oysa gerçekte, eser niteliği taşıyan her çalışma-tasarım, fotoğraf, video, yazılım kodu, katalog, sunum, marka jingle’ı, sosyal medya metni, UI/UX tasarımı, hatta basit bir broşür bile hukuken otomatik olarak şirkete geçmez. Şirketin para ödemiş olması da hiçbir şeyi değiştirmez. Bu yüzden her sektörde en büyük krizler çoğu zaman sessiz bir ayrılık sonrası başlar.
Peki bu neden bu kadar kritik? Çünkü çalışanın ayrılmasıyla birlikte şirketin en değerli unsurları bir anda “kişisel mülkiyet” hâline geçebilir. Bir yazılımcının kodları teslim etmemesi, bir grafik tasarımcının yüksek çözünürlüklü dosyaları vermeyi reddetmesi, bir sosyal medya uzmanının içerik takvimini silmesi, bir fotoğrafçının çektiği görselleri geri çekmesi… Bunların tamamı Türk hukukunda sıkça görülen ve şirketleri felç eden uyuşmazlıklardır. Üstelik sorun ortaya çıktığında işverenlerin en sık söylediği cümle aynıdır: “Ama biz bu çalışma için ödeme yapmıştık.”
Ne yazık ki hukuken bunun hiçbir önemi yoktur; para ödemek, mülkiyet devri anlamına gelmez.
Asıl mesele şudur: Çalışanın ortaya koyduğu iş, “eser” niteliğindeyse, yani özgünlük taşıyorsa, sahibinin kim olduğu açıkça sözleşmede belirtilmelidir. Aksi hâlde telif hakkı çalışanda (veya hizmeti veren ajans/serbest çalışan kişide) kalır. Bu da şirket için çok ağır sonuçlar doğurabilir. Örneğin; bir teknoloji firmasının ana yazılım mimarisinin kodları eski çalışanında kalmış ve bu çalışan yıllarca sistemi kilitleyerek şirketi giderek büyüyen bir bağımlılığa mahkûm etmiştir. Bir gıda şirketi yıllarca kullandığı logoyu yenilemek istemiş, ancak tasarımı yapan grafik tasarımcının mülkiyeti devretmemesi nedeniyle dava açmak zorunda kalmıştır. Bir turizm firmasının sosyal medya hesabındaki fotoğraflar, ajans sözleşmesindeki eksiklik nedeniyle telif ihlali davasına konu olmuştur.
Sorun yalnızca maddi değildir; itibar ve operasyonel risk de büyüktür. Şirketin web sitesinin kodlarının teslim edilmemesi bir lansmanı sabote eder. Kurumsal kimliği oluşturan görsellerin geri çekilmesi marka tutarlılığını bozar. Bir çalışanın kontrolündeki sosyal medya hesaplarına erişilememesi, şirketi müşterilerle bağını kaybetme noktasına getirir. Bu krizlerin tamamı, çoğu zaman tek bir eksik maddeden kaynaklanır: Mülkiyet ve kullanım haklarının devri.
Peki şirketler bu riski nasıl ortadan kaldırabilir? Aslında çözüm karmaşık değildir; doğru yazılmış bir madde bütün sistemi güvence altına alır. Çalışanla veya hizmet sağlayan ajansla yapılan sözleşme; eserin tüm mali haklarının şirkete devredildiğini, çalışanın veya ajansın esere ilişkin hiçbir talepte bulunamayacağını, yüksek çözünürlüklü dosyaların ve kaynak kodların teslim yükümlülüğünü, üçüncü kişilere devrin yasak olduğunu, ihlal hâlinde uygulanacak cezai şartı açıkça düzenlemelidir. Bu maddeler doğru kurulmadığında, şirketin milyon liralık yatırımları tek bir kişinin “bu eser bana ait” demesiyle çöpe gidebilir.
Bu konunun şirketlerde neden bu kadar sık ihmal edildiğini soracak olursanız, cevabı basit: Çünkü herkes “bu işler zaten şirketin malı” zannediyor. Oysa hukuken durum tam tersidir. Bir çalışma özgün nitelik taşıyorsa, onu kim yaptıysa mülkiyet ondadır; devredilmedikçe işverene geçmez. Bu yanılgının maliyeti bazen yıllarca süren davalar, bazen kullanılmayan yazılımlar, bazen yeniden tasarlanan markalar, bazen de tamamen kapanan projelerdir.
Sonuç şudur: Bir şirket, sermayesini nasıl koruyorsa fikrî haklarını da aynı hassasiyetle korumalıdır. Çünkü bugün bir tasarım, bir kod parçası veya bir görsel önemsiz görünebilir; fakat yarın tüm marka değerinin temelini oluşturabilir.
Dikkat edin: Ödeme yaptığınız her iş size ait olmayabilir. Sözleşmede eksik kalan tek bir cümle, çalışanın değil, şirketin felç olmasına neden olur. Bu nedenle mülkiyet devri, şirketlerin “sonradan fark ettiği” değil, daha işin başında titizlikle düzenlediği bir güvenlik hattı olmalıdır.
Avukat & Hukuk Müşaviri





