Durgunluk yaratma riskine rağmen ABD Merkez Bankası (Fed) 75 baz puanlık agresif bir faiz artırımına gitti, ardından İsviçre Merkez Bankası, İngiltere Merkez Bankası, Brezilya, hatta Körfez ülkeleri bile “Nass”a aldırmadan faiz artırımına gittiler. Birçok gelişmiş veya gelişmekte olan ülke yılbaşından beri faiz artırımına gidiyor, AB Merkez Bankası da 11 yıllık aradan sonra ilk kez temmuz ayında faiz artırımına gideceğinin sinyalini verdi. 
 

Peki bu ülkeler neden faiz artırımına gidiyor?

Çünkü pandemi döneminde başta gelişmiş ülkeler olmak üzere birçok ülke, kapanan işyerleri, durgunluğa giren ekonomileri, artan işsizlik oranları nedeniyle vatandaşlarına ve işyerlerine büyük mali desteklerde bulundular, sıfıra varan faiz oranlarıyla kredi dağıttılar. Ancak piyasaya bolca pompalanan bu likidite pandemi sonrasında, fiyat artışlarına, istikrarsızlığa, dolayısıyla enflasyona neden olmaya başlayınca, çare olarak piyasada oluşan likidite fazlasını azaltmak için faiz artırmaya, parasal ve mali daraltıcı politikalar uygulamaya başladılar. 1929 büyük buhrandan beri kapitalist sistem kendini böyle tedavi ediyor. Ekonomi daralırken genişlemeci para ve maliye politikaları, ekonomide enflasyon tehlikesi oluşunca da daraltıcı para ve maliye politikaları izleniyor.

Türkiye ise aksine hareket ediyor, yüzde 73.5 olan resmi enflasyona rağmen, yüzde 14’e indirdiği politika faizini artırmama ve negatif reel faiz verme ısrarını sürdürüyor. Elbette bu durumda tasarruf etmek değil, TL kredi kullanmak daha cazip hale gelmiş oluyor. Ayrıca enflasyonun sebep olduğu maliyet artışları nedeniyle de stagflasyon (enflasyon ve durgunluğun bir arada olması) riskinin arttığı görülüyor. 

Enflasyon, emeği ile geçinenlerin yani ücretlilerin, serbest meslek kazancı elde edenlerin, sabit gelirlilerin, emeklilerin ve işsizlerin üstüne karabasan gibi çökmüş, her açıdan ekonomide sürdürülebilirliğin ortadan kalktığını gösteren gelişmeler izliyoruz.

DÜDÜKLÜ TENCERE SUBAPSIZ OLMAZ

İktisat bilimi, piyasa ekonomisinde Merkez Bankası’nın hem faizleri hem kuru aynı anda kontrol etmeye çalışmaması gerektiğini öneriyor. Çünkü enflasyonist bir ortamda faizleri düşürdüğünüzde, diğer mal ve hizmetler gibi dövizin de fiyatı artar. Bu düdüklü tenceredeki emniyet subapı gibidir, basıncın bir seviyeden sonra dışarıya verilmesi gerekir, aksi halde düdüklü tencere patlar. 

Ekonomi yönetimi inadına kuru kontrol etmek ve politika faizini artırmamak için temel mekanizmaları terk etti. Önce 128 milyar dolarlık hazine rezervi kamu bankaları üzerinden piyasaya satıldı olmadı, sonra kur korumalı mevduat uygulaması getirildi olmadı, gelire endeksli senet çıkarıldı pek ilgi görmedi, haftalık 2 milyar dolar civarında bir para dolaylı olarak piyasaya satıldı yine olmadı, üstelik döviz rezervleri uçtu gitti.

Merkez Bankası’nın 10 Haziran itibarıyla brüt rezervlerinin 102.51 milyar dolar, bilanço içi yükümlülüklerinin 94.57 milyar dolar olduğu, buna göre net rezervlerinin 7.94 milyar dolara, swap’lar hariç net rezervinin ise eksi 54.25 milyar dolara gerilediğini hesaplıyoruz.

BU KEZ DE BDDK ŞAPKADAN TAVŞAN ÇIKARDI

Cuma günü piyasalar kapandıktan sonra günübirlik, arkası ve önü düşünülmemiş bir karar da BDDK’den geldi, özet olarak deniyor ki; 15 milyon TL üzeri döviz nakdi varlığı bulunan şirketlerin, bu varlığı aktifinin ya da bir yıllık satış hasılatının yüzde 10’unu aşması durumunda yeni nakdi TL ticari kredi kullanamayacaklar. 

Böylece kuru kontrol etmeye ve şirketlerin döviz talebinin önüne geçmeye yönelik nafilesi olmayan bir çıkış daha geldi. Ortamı istismara açık hale getirip, zabıtayla stok kontrolüne gittikten sonra, şimdi de sermaye kontrollerine de geçmiş olduk.

Kabaca şirketlere deniyor ki senin TL krediyi alıp dövize çevirme ihtimalin var. Ancak bu şirketlerin döviz yükümlülükleri var mı, yok mu? İşlerini yürütmek için dövize ihtiyaçları var mı, yok mu? Bütün bunlar dikkate alınmadan getirilen bu sınırlama Türkiye ekonomisine getiriden çok zarar vereceğini düşünüyorum. Şirketler, dövizlerini sistem dışına veya dışarı çıkarmaya yönelirse, bundan bankacılık sistemi de olumsuz etkilenir.

Olması gereken, en azından ekonomik işleyişin; entegre olduğumuz kapitalist dünya siteminin bilimine, normlarına, standartlarına ve hukukuna uygun olması gerekiyor. Aksi halde güvenini, hukukunu ve uyumunu kaybeden bir üçüncü dünya ülkesi olmanın ötesine geçmemiz mümkün görünmüyor maalesef... 

Cumhuriyet | İrfan Hüseyin Yıldız