Sermaye her birimizin aklında farklı kavramları çağrıştırıyor olabilir ancak bu yazımda sermayeden kastım kurumların bilançolarında özkaynak altında kendisine yer bulan ve kurum ortaklarınca taahhüt edilen sermaye olacak.

Öncelikle, temel bazı bilgileri kısaca hatırlayalım.

Türk Ticaret Kanunu (TTK)’nda düzenlendiği üzere anonim şirketlerde asgari sermaye tutarı 50.000 TL olup, kayıtlı sermaye sistemini kabul etmiş bulunan halka açık olmayan anonim şirketlerde bu tutar 100.000 TL’dir. Limited şirketlerin asgari sermayesi ise 10.000 TL olarak belirlenmiştir.

Söz konusu asgari sermaye tutarları nakdi ya da ayni sermaye şeklinde şirkete konulabilmektedir. Ayni sermaye konulabilecek malvarlığı unsurları anonim şirket ve limited şirketlerde benzer şekillerde tanımlanmış olup, üzerlerinde sınırlı ayni bir hak, haciz ve tedbir bulunmayan, nakden değerlendirilebilen ve devrolunabilen, fikrî mülkiyet hakları ile sanal ortamlar da dâhil, malvarlığı unsurlarıdır. Diğer taraftan, hizmet edimleri, kişisel emek, ticari itibar ve vadesi gelmemiş  alacaklar sermaye olarak konulamamaktadır. 

Anonim şirketlerde taahhüt edilen payların itibarî değerlerinin en az %25’i tescilden önce, gerisi de en geç şirketin tescilini izleyen 24 ay içinde ödenmektedir. Payların çıkarma primlerinin tamamı ise tescilden önce ödenmektedir. Limited şirketlerde ise nakden taahhüt edilen payların itibari değerlerinin en az %25’inin tescilden önce ödenmesi şartı kaldırılmış olup sermaye bedelinin en geç 24 ay içinde ödenmesi gerekmektedir.

Yeni kurulan ve sermaye artıran anonim ve limited şirketlerin kuruluş sermayelerinin veya sermayenin artan kısmının on binde dördünün bağlı bulunulan Ticaret Odaları ile Ticaret ve Sanayi Odalarına yapılması gerekmektedir. Esasında nakdi ve/veya ayni sermaye artırımında bir vergileme söz konusu olmayıp, sadece Rekabet Kurulu Fonu ödemesinin yapılması gerekmektedir.

Son yıllarda şirketlerin sermayelerine ilişkin olarak farklı kanunlar ile yapılan birçok düzenleme konunun mükellefler açısından karmaşık ve takibi zor bir hale gelmesine sebep olmuştur. Buna ek olarak, bazı noktalarda Mali idare ile Yargı arasındaki görüş farklılıkları, mevzuat düzenlemesindeki eksiklikler ile ticaret sicilinde TL olarak tescil edilen ve yasal defter ve kayıtlarda TL olarak takip edilen sermayenin özellikle son dönemde TL’nin değer kaybetmesi sebebiyle yabancı para cinsinden değer kaybetmesi de dikkati yine sermaye üzerine çekmiştir.

Özellikle son zamanlarda sermaye ile ilgili birçok soru ile de karşılaşınca, konuyla ilgili mevzuatı genel hatlarıyla özetleyen bir yazıyı kaleme almanın faydalı olacağını değerlendirdim.

1. Sermaye olarak Konulan Yabancı Paraların TL cinsinden tescili ve yasal kayıtlarda TL cinsinden takibi

Son zamanlarda TL’de yaşanan değer kaybı, Ticaret Sicilinde TL cinsinden tescil edilen ve yasal kayıtlarda TL cinsinden takip edilen sermaye ile ilgili bazı endişelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Özellikle sermaye azaltımı ya da şirket tasfiyesi öngörülen durumlarda karşılaşılan bu durum, “Sermayeyi yabancı para cinsinden takip edemez miyiz?” benzeri sorulara neden olmaktadır.

Serbest bölgede kurulu olması durumunda şirket yasal defterlerini döviz cinsinden takip edebileceği gibi Vergi Usul Kanunu (VUK) 215. maddesi uyarınca ilgili dönem defter tasdik tarihi itibarıyla ödenmiş sermayesi (yurt dışında kurulan şirketlerin Türkiye'ye ayrılan ödenmiş sermayesi) en az 100 milyon ABD Doları ya da muadili yabancı para karşılığı TL ve sermayesinin en az % 40'ı ikametgâhı, kanunî ve iş merkezi Türkiye'de bulunmayan kişilere ait olan bir işletmenin de kayıtlarını TL dışında başka bir para birimiyle tutmasına Cumhurbaşkanınca izin verilebilmektedir.

2. Yurtdışından Getirilerek Sermaye olarak Konulan Yabancı Paraların Kur Farklarının Vergilendirilmemesi

VUK 280/A maddesi uyarınca yatırım teşvik belgesi kapsamında yatırım yapacak tam mükellef sermaye şirketlerine, işe başladıkları hesap dönemini takip eden hesap dönemi sonuna kadar yurtdışından getirilerek sermaye olarak konulan yabancı paraların, söz konusu dönem zarfında yatırım teşvik belgesi kapsamında sarf olunan kısmı nedeniyle oluşan kur farklarının özel bir fon hesabında tutularak vergilendirilmemesi düzenlenmektedir. Yabancı paraların, yatırım teşvik belgesi haricinde sarf edilmeleri halinde, bu harcamalar nedeniyle oluşan kur farkları kurum kazancının hesabında dikkate alınacaktır. Fon hesabı, sermayeye ilave edilme dışında, herhangi bir suretle başka bir hesaba nakledildiği veya işletmeden çekildiği takdirde, bu işlemlerin yapıldığı dönemlerin kazancı ile ilişkilendirilmeksizin, bu dönemde kurumlar vergisine tâbi tutulacaktır.

Belirtmek gerekir ki bu uygulamadan 27.03.2018 tarihinden sonra tescil edilen sermaye şirketleri faydalanabilecek olup bu şirketlerin ticaret siciline tescil tarihini izleyen üçüncü ayın sonuna kadar yatırım teşvik belgesi almak için başvuruda bulunması ve işe başlanılan hesap dönemini takip eden hesap dönemi sonuna kadar bu belgeyi alması gerekmektedir.

3. Nakdi Sermaye Artışı Teşviki

Bilindiği üzere ülkemizde belirli şartları sağlamak koşuluyla finans, bankacılık ve sigortacılık sektörlerinde faaliyet gösteren kurumlar ile kamu iktisadi teşebbüsleri hariç olmak üzere sermaye şirketlerinin nakdi sermaye artışları veya yeni kurulan sermaye şirketlerinde ödenmiş sermayenin nakit olarak karşılanan kısmı üzerinden ilgili yıl için TCMB tarafından en son açıklanan "Bankalarca açılan TL cinsinden ticari kredilere uygulanan ağırlıklı yıllık ortalama faiz oranı" dikkate alınarak, ilgili hesap döneminin sonuna kadar hesaplanan tutarın %50'si kurumlar vergisi matrahından indirim konusu yapılmaktadır. %50 oranı genel oran olup, düzenlemedeki şartlara bağlı olarak oran artabilmekte ya da sıfırlanabilmektedir. Ayrıca, 26 Ekim 2021 tarihinden itibaren yapılan nakdi sermaye artışlarının yurt dışından getirilen nakitle karşılanan kısmı için bu genel oran %75’e çıkarılmıştır.

1 Temmuz 2015 tarihinden itibaren yapılan nakit sermaye artırımları bu uygulama ile teşvik edilmekle birlikte, artırımın tescilinden itibaren ve süresiz olarak her yıl için ayrı ayrı yararlanma imkanı, 5 Temmuz 2022 tarihi itibarıyla sınırlanmış ve indirim uygulamasının sermaye artırımına ilişkin kararın veya ilk kuruluş aşamasında ana sözleşmenin tescil edildiği hesap dönemi ile bu dönemi izleyen dört hesap dönemi için ayrı ayrı yararlanılacağı düzenlenmiştir.

Nakit sermaye teşviki, 5 Temmuz 2022 tarihinden önce sermaye artırımı yapan veya ilk defa kurulan şirketler için 2022 yılı hesap dönemi dahil olmak üzere 5 hesap dönemi için uygulanacaktır.

Şunu da hatırlatmakta fayda var ki nakit koyma işlemi veya sermaye tescilden hangisi daha sonra ise, kurumlar bu tarihten itibaren indirim hakkından faydalanabilmektedir.  Söz konusu teşvik matrahtan indirim şeklinde düzenlendiği için, kurumlar vergisi matrahının yetersiz olması nedeniyle ilgili dönemde indirim konusu yapılamayan tutarlar, sonraki hesap dönemlerine herhangi bir endekslemeye ve süre sınırlamasına tabi tutulmadan devretmektedir.

Son olarak, kurumlar bu teşvikten faydalanırken, nakit sermaye artışının ortaklarca ne şekilde finanse edildiği, varsa ortakları ile alacak-borç ilişkilerini, sermaye artırımı ve kar dağıtımı zamanlaması gibi konuların da dikkate alınmasında fayda bulunmaktadır. Hâlihazırda Mali İdare’nin bu ve benzeri durumlar ile ilişkilendirilen nakit sermaye artırımı uygulamalarının bazıları için olumsuz görüşe sahip olduğunu da belirtelim.

4. Sermaye Avansı

Sermaye avansı birçok kurumda sıklıkla karşımıza çıkmakta olup bu tutarların sermayeye eklenmesindeki makul süre ve faiz hesaplamasına konu edilip edilmeyeceği en çok tartışılagelen konular arasındadır. Sermaye avansının tanımı mevzuatımızda olmamakla birlikte sermaye şirketlerinin yabancı ya da Türk ortaklarının şirkette daha sonra yapılacak sermaye artırımında kullanılmak üzere sermaye artırım avansı ödemelerini engelleyen bir düzenleme bulunmamaktadır.

Mevcut düzenlemeler çerçevesinde sermaye avansı kavramına Sermaye Hareketleri Genelgesi’nin Sermaye Artırımında Pay Bedellerinin Ödenmesi başlıklı 6/9 Maddesinde rastlamaktayız. Söz konusu maddede, yabancı ortaklardan ileride gerçekleştirilecek sermaye artışı için şirket hesabına yatırılan dövizin sermayeye ilave edilebilmesi, şirket tarafından bankaya söz konusu bedelin geliş tarihinden itibaren 3 ay içerisinde sermayeye ekleneceğine (veya halka açık ortaklıklar açısından sermaye artırımı için SPK’ya başvurulacağına) ilişkin yazılı taahhüt verilmesi, bedelin geliş tarihinden itibaren 3 ay içerisinde sermayeye eklenmesi ve sermaye artırımının bankaya belgelenmesi suretiyle mümkün olduğu düzenlenmiştir. Söz konusu bedelle ilgili sermaye artışına ilişkin belgeler bankaya ibraz edilinceye kadar tutar banka tarafından bloke hesapta tutulmaktadır. Üç ay içerisinde getirilen dövizin sermayeye eklenmemesi ve sermaye artırımının veya sermaye artırımına ilişkin inceleme işleminin devam ettiğinin belgelendirilmemesi halinde söz konusu bedeller banka tarafından sahiplerine iade edilmektedir. Şirket tarafından söz konusu dövizin kredi olarak kullanılmak istenmesi halinde şirket pozisyonunun döviz kredisi kullanımı kurallarına uygun olup olmadığı aracı banka tarafından değerlendirilmekte ve ona göre işlem tesis edilmektedir.

Diğer taraftan, yukarıda yer verdiğimiz nakdi sermaye artışı teşviki düzenlemesi kapsamında 10 Seri No.lu KVKGT ile sermaye avanslarının durumu açıklanmıştır. Söz konusu GT açıklamalarına göre, bilançonun öz sermaye hesapları arasında ödendiği tarihten itibaren “Diğer Sermaye Yedekleri” hesabında gösterilen sermaye avansı ödemeleri, ödemenin ilişkin olduğu sermaye artırımının ödemenin yapıldığı yılın sonuna kadar ticaret siciline tescil ettirilmesi şartıyla ve tescilin yapıldığı aydan itibaren hesaplanmak üzere faiz indirimi uygulamasında dikkate alınabilecektir.
Bu kapsamda, nakdi sermaye faiz indiriminden faydalanmak için, sermaye avansı olarak şirketin banka hesabına yatırılan tutarın içinde bulunduğu hesap döneminin sonuna kadar bu tutar ile ilgili sermaye artırım kararının ticaret sicilinde tescil edilmesi gerekmektedir. Söz konusu teşvik hesaplaması sermaye avansının şirket banka hesabına yatırıldığı tarih değil, sermaye artırımının ticaret sicilde tescil edildiği aydan itibaren yapılmaktadır.

Sermaye avansı uygulamasında vadenin uzun ya da belirsiz olması ve faiz hesaplanmaması/ödenmemesi örtülü kazanç eleştirilerine konu edilebilmektedir. Olası örtülü kazanç aktarımı eleştirilerine karşı sermaye avansının ne kadarlık sürede sermaye artırımında kullanılacağına dair şirket idari organı tarafından karar alınması, sermaye avansının borç niteliğinde olmaması (özkaynak altında kayıtlara alınması) ve sermaye üzerinden de faiz ödenmeyeceği düzenlemesi çerçevesinde uygulama savunulabilecektir. Ancak, gerek Sermaye Hareketleri Genelgesi’nde yer alan düzenlemeler gerekse nakdi sermaye faiz indirimi teşviki konusunda KVKGT’de yer alan açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde sermaye avansı ödemesinin ilgili hesap dönemi sonunu geçmemek üzere 3 ay içerisinde sermayeye eklenmesi tavsiye edilmektedir.

5. Örtülü Sermaye ve Finansman Gider Kısıtlaması

Gerek örtülü sermaye uygulaması ve gerekse de finansman gider kısıtlaması kurumların özkaynak tutarlarını dikkate alarak belirli şartlar altındaki finansman giderlerinin kurumlar vergisi matrahından indirimini sınırlayan düzenlemeler olarak karşımıza çıkmaktadır. Örtülü sermaye hesaplamasında ilgili hesap dönemi başındaki özkaynak tutarı dikkate alınmakta, diğer bir ifade ile cari yıl içerisindeki özkaynak kalemlerindeki değişikliklerin hesaplama üzerinde bir etkisi olmamaktadır. Finansman gider kısıtlamasında ise çeyrek dönemler ve yıl sonu itibarıyla cari dönem bilançolardaki özkaynak ve yabancı kaynak (kısa vadeli ve uzun vadeli yabancı kaynaklar toplamı) tutarları karşılaştırılmakta, yabancı kaynakların özkaynak tutarını aşması halinde, aşan kısımla sınırlı olmak üzere yabancı kaynaklara ilişkin faiz, komisyon, vade farkı, kâr payı, kur farkı ve benzeri adlar altında yapılan gider ve maliyet unsurları toplamının %10’luk kısmını, kurum kazancının tespitinde kanunen kabul edilmeyen gider (KKEG) olarak dikkate alınmaktadır.

Kurumların vergi matrahlarını artırıcı etkisi olan bu iki düzenlemenin hesaplamasında, içinde sermaye kaleminin de yer aldığı özkaynak tutarı belirleyicidir. Dolayısıyla, kurumların kuruluş sermaye tutarları ile birlikte daha sonra alacakları sermaye artırım kararlarındaki artırım tutarı ve artırım zamanı da dikkatle planlanmalıdır.

6. Kanuni Yedek Akçe Ayrılması

Yedek akçeler, TTK 519-523. maddelerinde düzenlenmiş olup yedek akçeleri i) genel kanuni yedek akçeler, ii) esas sözleşme uyarınca ayrılması öngörülen yedek akçeler ve iii) genel kurul kararı ile ayrılan yedek akçeler olmak üzere üç temel gruba ayırabiliriz.

Bu başlık altında sadece kanuni yedek akçelere kısaca değineceğim. Şöyle ki, TTK 519. maddesinde yıllık kârın %5’inin ödenmiş sermayenin %20’sine ulaşıncaya kadar genel kanuni yedek akçeye ayrılacağı (I. tertip yedek akçe), pay sahiplerine %5 oranında kâr payı ödendikten sonra, kârdan pay alacak kişilere dağıtılacak toplam tutarın %10’unun (II. tertip yedek akçe) genel kanuni yedek akçeye ekleneceği düzenlenmiştir.

Genel kanuni yedek akçe sermayenin veya çıkarılmış sermayenin yarısını aşmadığı takdirde, sadece zararların kapatılmasına, işlerin iyi gitmediği zamanlarda işletmeyi devam ettirmeye veya işsizliğin önüne geçmeye ve sonuçlarını hafifletmeye elverişli önlemler alınması için kullanılabilecektir.

Bu açıklamalara göre I. tertip yedek akçe tavanı ödenmiş sermayenin %20’si olup II. tertip yedek akçe ayrılmasına ilişkin bir sınır öngörülmemiştir. Ancak, genel kanuni yedek akçe tutarının sermayenin yarısını aşıp aşmamasına göre kullanım alanı (serbestisi) düzenlendiği anlaşılmaktadır.

Yedek akçeler net dönem karının dağıtılmayan kısımlarıdır ve ayrılacak kanuni yedek akçe tutarının belirlenmesinde sermaye tutarı esas kriter olarak kullanılmaktadır. Dolayısıyla, şirketin sermayesi ne kadar yüksek olur ise, net dönem karından dağıtılamayan kısmın yani yedek akçe tutarının da o kadar yüksek olacağını (kanunda düzenlenen tavanlar dahilinde) değerlendirebiliriz. Bu durumda şirketin sermayesinin yüksek olması bir taraftan şirket özkaynaklarını güçlendirip, örtülü sermaye ve finansman gider kısıtlaması hesaplamalarında şirkete avantaj sağlarken diğer taraftan şirketin net dönem karından dağıtılamayacak tutarların da daha yüksek hesaplanmasına neden olmaktadır. Bu noktada, başlıca amacı başka işletmelere katılmaktan ibaret olan holding şirketler için TTK 519. maddesinde özel bir düzenlemenin yer aldığını ve holding şirketler için yukarıda özetlediğimiz II. tertip yedek akçe ayrılması ile genel kanuni yedek akçelerin sermayenin yarısını aşmaması durumunda kullanım alanlarına ilişkin sınırlayıcı düzenlemelerin uygulanmayacağını da belirtmekte fayda görüyorum.

7. Ortakların Şirkete Borçlanamaması

Şirket ile ortakları arasındaki alacak/borç ilişkisi sıklıkla rastladığımız konulardan birisi olup, Pay Sahiplerinin Şirkete Borçlanma Yasağı başlıklı 358. Maddesinde, pay sahiplerinin, sermaye taahhüdünden doğan vadesi gelmiş borçlarını ifa etmedikçe ve şirketin serbest yedek akçelerle birlikte kârı geçmiş yıl zararlarını karşılayacak düzeyde olmadıkça şirkete borçlanamayacaklarını düzenlemektedir.

Bu düzenleme, yazımın başında yer verdiğim ortakların sermaye taahhütlerinin belirlenen sürede yerine getirilmesinin önemini değişik bir açıdan da ortaya koymaktadır.

Söz konusu düzenleme limited şirketler için de geçerlidir.

Ortağın şirketten borçlanma yasağına uyulmaması durumunda TTK 562/5-(b) maddesindeki düzenlemeye göre ortaklara borç verenler üçyüz günden az olmamak üzere adli para cezasıyla cezalandırılacaktır. Düzenlemeden anlaşılan söz konusu cezanın, şirketten borçlanan ortaklar için değil; söz konusu şartlar oluşmadan şirket ortaklarına borç veren yetkililer için geçerli olacağıdır.

8. Sermaye Taahhüdünün Zamanında Yerine Getirilmemesi

Ortakların şirkete olan sermaye koyma taahhütlerinin zamanında ve tam olarak gerçekleştirmesi şirketin faaliyete geçmesi ve operasyonları için asli bir unsurdur ve kanun koyucu tarafından TTK’da kurallara bağlanmıştır.

Yazımın ilk bölümünde ana hatlarıyla yer verdiğim üzere şirket türlerine göre asgari sermaye tutarları ve ödeme süreleri TTK ilgili maddelerinde düzenlenmiş olup sermaye taahhüdünün ortaklar tarafından zamanında yerine getirilmemesi durumunda TTK’da birtakım yaptırımlar öngörülmüştür. Buna göre TTK 482. maddesine göre, i)  sermaye koyma borcunu süresi içinde yerine getirmeyen pay sahibi, ihtara gerek olmaksızın, temerrüt faizi ödemekle yükümlüdür; ii) Şirketin söz konusu sermaye taahhüdünün ortak tarafından süresi içinde yerine getirilmemesi sebebiyle zarara uğratılması ve zararın temerrüt faizi ile karşılanmadığı durumda ortaktan tazminat talebinde bulunabilir; iii) Esas sözleşmeyle, pay sahipleri, temerrüt hâlinde, sözleşme cezası ödemekle zorunlu tutulabilirler; iv) Ortağın şirketten ıskatı müessesesine başvurulabilir. Iskattan kasıt sermaye taahhüdü borcunu yerine getirmeyen ortağın, ödemede temerrüde düştüğü paylar bakımından ortaklığının düşürülmesidir.

Ortağın sermaye taahhüdü borcunun yerine getirmemesinin TTK kapsamında yaptırımlarının olmasının yanısıra konusunun vergisel açıdan eleştirilme riski de söz konusudur. Mali İdare’nin konu ile ilgili mevcut görüşü ortağın sermaye taahhüt borcunu süresinde yerine getirmediği durumda şirketin, ortağına kaynaklarını kullandırarak finansman hizmeti sunduğu, söz konusu finansman hizmeti için şirketin ortağına emsal orandan %18 KDV’li faiz faturası düzenlemesi gerektiği aksi halde KVK 13. Madde düzenlemesi çerçevesinde şirketin ortağına örtülü kazanç aktarımı yapmış sayılacağı şeklindedir. Söz konusu vergilere ek olarak olası bir vergi incelemesinde vergi ziyaı cezası ve gecikme faizinin tarh edileceğini belirtmeden geçmeyeyim.

9. Sermaye Kaybı ve Borca Batık Olma Durumu – Teknik İflas

Şirketlerin sermaye kaybı ve borca batık olma durumu TTK 376. maddesinde düzenlenmiştir. Bu kapsamda, i) son yıllık bilançodan, sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının yarısının zarar sebebiyle karşılıksız kaldığı anlaşılırsa, yönetim kurulunun, genel kurulu hemen toplantıya çağıracağı ve bu genel kurula uygun gördüğü iyileştirici önlemleri sunacağı ve ii) son yıllık bilançoya göre, sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının üçte ikisinin zarar sebebiyle karşılıksız kaldığı anlaşıldığı takdirde, derhâl toplantıya çağrılan genel kurulun, sermayenin üçte biri ile yetinme veya sermayenin tamamlanmasına karar vermediği takdirde şirketin kendiliğinden sona ereceği düzenlenmiştir.

Dolayısıyla, şirketin teknik iflas durumunda olup olmadığı ve alınacak tedbirler konusundaki değerlendirme için de sermaye ile kanuni yedek akçeler tutarları ana kriter olarak dikkate alınmaktadır.

Bu noktada, sermaye kaybı ve borca batık olma durumuna ilişkin hesaplamalarda kur farkı zararlarının tamamı ile bazı giderlerin yarısının dikkate alınmayabileceğine yönelik düzenlemenin uygulama süresinin 1 Ocak 2024 tarihine kadar uzatıldığını (1 yıllık uzama) da belirteyim. Dolayısıyla şirketler, teknik iflas hesaplamalarında; i) henüz ifa edilmemiş yabancı para cinsinden yükümlülüklerden doğan kur farkı zararlarının tamamı ile ii) 2020 ve 2021 yıllarında tahakkuk eden kiralamalardan kaynaklanan giderler, amortismanlar ve personel giderlerinin toplamının yarısını (son yapılan düzenlemede bu giderlerin 2022 yılında tahakkuk eden tutarlarına ilişkin bir düzenleme yapılmamıştır, yani 2022 yılında tahakkuk eden bu giderlerin hesaplamada dikkate alınacağı anlaşılmaktadır) dikkate almayabileceklerdir.

10. Sermaye Tamamlama Fonu ya da Zarar Telafi Fonu

Bir önceki maddede sermaye kaybı ve borca batık olma hali, tespiti ve hesaplaması ve alınacak tedbirlerden bahsettiğim için yine bu konuyla da ilgili olan ve yine uygulamada eskiden beri birçok şirkette sıklıkla karşılaştığımız sermaye tamamlama fonu ya da diğer adıyla zarar telafi fonundan da bahsetmeden geçmek istemedim.

TTK 376. madde düzenlemelerine göre son yıllık bilançoya göre sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının üçte ikisinin zarar sebebiyle karşılıksız kaldığı anlaşılan şirketlerin kendiliğinden sona ermiş sayılmaması için i) sermayenin üçte biri ile yetinme veya ii) sermayenin tamamlanmasına karar vermesi gerekmektedir.

Sermayenin tamamlanması, bilanço açıklarının ortaklar tarafından kapatılması anlamına gelir. Bu kapsamda ortakların yapacakları ödemeler, şirkete sermaye konulması, şirkete borç verilmesi mahiyetinde olmayıp, söz konusu ödemeler sermaye avansı olarak da değerlendirilmez yani şirketin yapacağı bir sermaye artırımında da kullanılmaz ve ortaklara geri de ödenmez. Bu ödemeler, bilançoda özkaynaklar altındaki “Sermaye Tamamlama Fonu” hesabında izlenir ve zararların mahsup edilmesi suretiyle kullanılabilir.

Mali İdare’nin sermaye tamamlama fonuna bakışı maalesef olumsuz olmuştur. Şöyle ki, konuyla ilgili verilen özelgelerde ve vergi incelemelerinde, sermaye tamamlama fonunun, özelliği nedeniyle sermayeye ilave edilemediği ve vergi kanunlarında bu ödemeye ilişkin bir istisna düzenlemesi de yer almadığı gerekçeleriyle, kurumlar vergisi matrahına dahil edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Hatta söz konusu ödemeler iştirak edilen şirketin ortağa verdiği hizmet niteliğinde olduğu ve KDV hesaplanması gerektiği de belirtilmiştir. Sermaye tamamlama fonunu iştirak ettiği şirkete ödeyen ortak açısından ise tutarın iştirak edilen şirketin sermayesine ilave edilmemesi sebebiyle iştirak hissesi maliyet bedeline dahil edilmeyeceği ve ayrıca GVK 40 ve KVK 8. Maddelerinde söz konusu tutarların gider olarak da dikkate alınabileceğine dair bir düzenleme olmaması sebebiyle matrahtan indirim konusu yapılamayacağı belirtilmiştir.

Mali İdare’nin konuya bakışını özetledikten sonra sermaye tamamlama fonuyla ilgili sınırlı ve fakat olumlu bir kanuni düzenlemeyi de belirtmek isterim. Şöyle ki, KVK Safi Kurum Kazancı başlıklı 6. maddesine eklenen fıkrayla TTK 376. maddesi uyarınca sermayenin tamamlanmasına karar verilen şirketin ortakları tarafından zarar sebebiyle karşılıksız kalan kısmı kapatacak miktarda aktarılan tutarların kurum kazancının tespitinde dikkate alınmayacağı düzenlenmiştir. Söz konusu düzenlemenin yürürlük tarihi 15 Nisan 2022’dir.

Yapılan düzenlemenin yani kurum kazancının tespitinde dikkate alınmayacak sermaye tamamlama fonu tutarının sadece TTK 376 kapsamında yapılan ödeme ile sınırlı tutulduğunu, söz konusu ödemenin bir istisna düzenlemesi olmadığını ve ödemeyi yapan ortak açısından ödemenin ne şekilde dikkate alınacağı konusunda bir belirleme yapılmadığının da altını çizmek isterim.

11. Sermayeye Eklenebilecek Fonlar ve Sermaye Artırımı

Ortakların sermaye taahhütleri ve bu kapsamda nakdi ya da ayni sermaye artışlarından bahsederken, yine TTK’da düzenlenen ve gözden kaçabilecek bir ayrıntıya da kısaca değinmek istedim. TTK 462. maddesinde esas sözleşme veya genel kurul kararıyla ayrılmış ve belirli bir amaca özgülenmemiş  yedek  akçeler ile  kanuni yedek akçelerin serbestçe kullanılabilen kısımlarının ve mevzuatın bilançoya konulmasına ve sermayeye eklenmesine izin verdiği fonların sermayeye dönüştürülerek sermayenin iç kaynaklardan artırılabileceği düzenlenmiştir. Aynı maddede, bilançoda sermayeye eklenmesine mevzuatın izin verdiği fonların bulunması hâlinde, bu fonların sermayeye dönüştürülmeden, sermaye taahhüt edilmesi yoluyla sermaye arttırılamayacağı da belirtilmiştir. Hem bu fonların sermayeye dönüştürülmesi hem de aynı zamanda ve aynı oranda sermayenin taahhüt edilmesi yoluyla sermaye artırılabilecektir.

Bu düzenleme ile bilançoda bu kapsamda olup sermayeye eklenebilecek fonlar mevcut iken ortakların sermaye taahhüdü yoluyla nakdi sermaye artırımı yapmaları, nakdi sermaye artırım tutarını yüksek belirlemeleri ve böylelikle sermaye artırımına bazı ortakların katılmalarının fiilen engellenmek suretiyle diğer ortaklar lehine yarar sağlanması engellenmiştir. Düzenlemenin amacı ortakların korunmasıdır.

Konuyla ilgili önemli gördüğüm iki noktayı da belirtmek isterim; i) söz konusu düzenleme sadece anonim şirketlere ilişkin olup, limited şirketler için bu şekilde bir zorunluluk yoktur ve ii) ortaklar tarafından sermaye taahhüdünde bulunulması yoluyla sermaye artırımına getirilen sınırlamanın bilançoda sermayeye eklenmesine mevzuatın izin verdiği fonların bulunması halinde geçerli olduğu anlaşılmaktadır. Diğer bir ifade ile esas sözleşme veya genel kurul kararıyla ayrılmış ve belirli bir amaca özgülenmemiş yedek akçeler ile kanunî yedek akçelerin serbestçe kullanılabilen kısımları bu kapsamda değerlendirilmemiştir.

12. Yabancı Kurum Ortaklarının Türkiye’de Kurulu Şirketlerdeki Hisselerini Elden Çıkarmaları Sebebiyle Değer Artış Kazancı Elde Etmeleri

GVK Geçici Madde 67 kapsamında olanlar hariç olmak üzere, süreklilik arz etmemesi şartıyla dar mükellef yabancı ortak kurumların, iştirak ettikleri Türkiye’deki şirketlerin hisselerini elden çıkarmaları dolayısıyla elde ettikleri kazanç türü değer artış kazancı olarak sınıflandırılmakta ve yabancı ortak kurumlar tarafından özel beyanname (ve muhtasar beyanname) ile işlemin gerçekleştiği tarihten itibaren 15 gün içinde beyan edilip ödenmektedir. Dar mükellef kurumların Türkiye’de özel beyanname ile beyan edecekleri değer artış kazancı hesaplamasında KVK Safi Kurum Kazancı başlıklı 22. maddesi, Vergilendirme Dönemi ve Beyan başlıklı 25. maddesi ile Özel Beyan Zamanı Tayin Olunan Gelirler başlıklı 26. maddesi esas alınmaktadır. 

Konuyu kısaca özetleyecek olursak, dar mükellef kurumların Türkiye’deki şirkette sahip oldukları hisseleri elden çıkarmaları durumunda öncelikle safi değer artışı KVK 22. maddesinde de atıf yapılan GVK düzenlemeleri kapsamında belirlenecektir. Diğer bir ifadeyle, GVK Safi Değer Artışı başlıklı Mükerrer Madde 81 açıklamaları kapsamında dar mükellef ortak kurumun safi kazancı, hisseleri elden çıkarma karşılığında alınan para ve ayınlarla sağlanan ve para ile temsil edilebilen her türlü menfaatlerin tutarından, elden çıkarılan hisselerin alış bedeli ile elden çıkarma dolayısıyla yapılan ve satıcının uhdesinde kalan giderlerin ve ödenen vergi ve harçların indirilmesi suretiyle bulunacaktır.

Söz konusu hesaplamada özellikle belirtmekte fayda gördüğüm konu ise olası kur farklarının safi kazanç hesabında ne şekilde dikkate alınacağına yönelik ilgili maddedeki düzenlemelerdir. Şöyle ki, dar mükelleflerin (kurumlar dahil) Türkiye'ye bizzat getirdikleri nakdî veya aynî sermaye karşılığında iktisap ettikleri menkul kıymetler ile iştirak hisselerini elden çıkarmalarından doğan değer artışı kazançlarının hesabında, kur farkından doğan kazançlar dikkate alınmayacaktır. Ancak, bu mükelleflerin Türkiye'de elde ettikleri kazançların, münhasıran bu menkul kıymet veya iştirak hisseleri dolayısıyla elde edilen menkul sermaye iratlarından ve bu kıymet veya hisselerin elden çıkarılmasından doğan değer artışı kazançlarından ibaret olması şartı aranmaktadır.  Bu mükelleflerin, Türkiye'de menkul kıymet alım satımıyla devamlı olarak uğraşmaları halinde, kur farkından doğan kazançlar da ticarî kazancın hesabında dikkate alınacaktır.

Kur farkından doğan kazançların hesabında, menkul kıymet veya iştirak hisselerinin iktisabına tahsis edilen yabancı sermayenin bu kıymet veya hisselerin iktisap tarihindeki TCMB döviz alış kuruna göre hesaplanan TL karşılığı ile bu kıymet veya hisselerin elden çıkarılması tarihindeki aynı miktar yabancı sermayenin TCMB döviz alış kuruna göre hesaplanan TL karşılığı arasındaki fark esas alınmaktadır.

Dolayısıyla, kur farkından doğan kazançların safi kazanç tespitinde dikkate alınıp alınmayacağına düzenlemede aranan şartlara uyulup uyulmadığına göre karar verilmesi gerekmektedir. Kısaca, i) dar mükellef kurumun Türkiye’de menkul kıymet alım satımıyla devamlı uğraşmaması, ii) nakdi veya ayni sermayenin Türkiye’ye getirilmiş olması, iii) Türkiye’ye getirilen bu sermayenin söz konusu iştirak hisseleri alımıyla ilişkilendirilmesi şartlarının tamamının sağlanması koşuluyla kur farkından doğan kazançlar değer artışı kazancının hesaplamasında dikkate alınmayacaktır.

TL’nin değer kaybettiği dönemlerde yabancı kurumların Türkiye’deki şirketlerdeki hisselerini elden çıkarmaları durumunda kur farkından doğan kazancın özellikle çok yüksek tutarlara ulaştığını gözlemlemekteyiz. Bu sebeple, kanun maddesinde belirtilen ve yukarıda ana hatlarıyla özetlediğim şartların varlığı her bir olay bazında mutlaka irdelenmelidir.

Son olarak, kur farkı kazancının değer artışı safi kazanç hesaplamasında dikkate alınıp alınmayacağı ile ilgili olarak 311 Seri No.lu GVK GT’de yer verilen bazı açıklamaların da altını çizmekte fayda görüyorum. Bu kapsamda;

  • İstisnadan faydalanılabilmesi için Türkiye’deki menkul kıymet veya iştirak hisselerinin iktisabına ilişkin yabancı paraların Türkiye’ye fiziki olarak getirilmesi veya Türkiye’deki bankalara transfer edilmesi şarttır. Söz konusu bedellerin Türkiye’deki menkul kıymet veya iştirak hisselerinin iktisabından önce veya sonra getirilmesinin bir önemi bulunmamaktadır. Ancak, Türkiye’ye getirilen yabancı paraların bu kapsamda Türkiye’ye getirilmiş olduğu hususunun mükelleflerce tevsik edilmesi gerekmektedir.
     

  • Bu kapsamda Türkiye’ye getirilecek yabancı paraların,  menkul kıymet veya iştirak hisselerini iktisap edecek olan dar mükelleflerce (kurumlar dâhil) kendi adlarına getirilmesi şart değildir. Yabancı paraları yurt dışından transfer edenler veya getirenler ile bu paralarla Türkiye’deki menkul kıymet veya iştirak hisselerinin iktisap edenlerin farklı kişiler olmasının söz konusu hükümden faydalanılması açısından herhangi bir önemi bulunmamaktadır.
     

  • Dar mükelleflerce (kurumlar dâhil), bedeli Türkiye’ye getirilmek suretiyle iktisap edilen Türkiye’deki menkul kıymet veya iştirak hisselerinin müteakip dönemlerde başka dar mükelleflerce satın alınması ve bu menkul kıymetleri veya iştirak hisselerini satın alan dar mükelleflerin iktisaba ilişkin ödenmesi gereken söz konusu bedelleri Türkiye’ye getirmemeleri durumunda, önceki iktisaba ilişkin Türkiye’ye getirilmiş yabancı para bedeli kadarlık kısım hariç olmak üzere Türkiye’ye getirilmeyen yabancı para bedeli kısmı için kur farkı istisnasından yararlanılamayacaktır.

Dolayısıyla, dar mükellef kurumların Türkiye’deki şirketlerde sahip oldukları iştirak hisselerini ileride elden çıkarmaları durumunda safi değer artışı kazanç hesaplamasında kur farkı kazancının dikkate alınmaması için döviz cinsinden ödenen hisse iktisap bedelinin (ya da şirkete konulan sermayenin) Türkiye’ye fiziki olarak getirilmesi veya Türkiye’deki bankalara transfer edilmesi gerekliliği göz ardı edilmemelidir.

Bu başlık altında yabancı kurumların sahip oldukları Türkiye’deki şirket hisselerinin elden çıkarmaları konusunda yürürlükte olan Türk vergi mevzuatı kapsamında önemli gördüğüm bazı noktalara değinmeye çalıştım. Söz konusu yabancı kurumun Türkiye ile vergi anlaşması akdetmiş olan bir ülkenin mukimi olması ve ilgili vergi anlaşması hükümlerinden faydalanabilir pozisyonda olması durumunda mevzuatımızdaki düzenlemeler yerine söz konusu vergi anlaşmasının değer artış kazancı vergilemesini düzenleyen 13. Maddesindeki açıklamalar esas alınacaktır. Bu maddedeki açıklamalara göre söz konusu değer artış kazançlarının vergileme hakkının Türkiye’ye verilmesi durumunda, Türkiye kendi yerel mevzuatında yer alan düzenlemeler çerçevesinde hareket edecektir. Ancak, Türkiye’nin taraf olduğu birçok vergi anlaşmasında söz konusu hisselerin elde tutma süresinin asgari 1 yıl olması durumunda vergileme hakkı mukim olunan ülkeye verilmekte ve dolayısıyla Türkiye, kaynak ülke olarak, değer artış kazancını vergileyememektedir.

13. Sermaye Azaltımı

Bu yazımda, sermaye ile ilgili olarak değinmek istediğim son konu başlığı ise sıklıkla karşılaştığımız sermaye azaltımı olacak.

Bilindiği üzere sermaye azaltımının vergilenmesi konusunda herhangi bir yasal dayanak, düzenleme bulunmamakta ve fakat vergileme Mali İdarenin gerek özelgelerde gerekse de vergi incelemelerinde ortaya koyduğu ve istikrar kazanan görüşü doğrultusunda yapılmaktadır.

Mali İdare’nin öteden beri benimsemiş olduğu görüşü hatırlayacak olursak, sermayenin ortaklarca konulan nakdi ve/veya ayni sermayenin yanısıra sermayeye eklenen özsermaye kalemlerinden de oluşması halinde, sermaye azaltımında öncelik sermayeye daha önce eklenmiş olan ve dağıtımında kurumlar vergisi ve stopaj olmak üzere en yüksek vergi ödenecek olan enflasyon düzeltme farkları, yeniden değerleme fonu gibi kaynaklardan, daha sonra sadece stopaj hesaplamasına tabi olacak olağanüstü yedekler, dağıtılmamış karlar gibi kaynaklardan ve son olarak dağıtımı vergiye tabi olmayan ortaklarca nakden veya aynen ödenen sermayeden karşılanmış sayılacağı şeklindedir. Mali İdarenin sermaye azaltımında sermayeyi oluşturan unsurları en çok vergilendirilecekten en az vergilendirilecek ya da hiç vergilendirilmeyecek olanlar şeklinde sıralaması/önceliklendirmesinin hukuki bir tarafı da bulunmamaktadır.

Benzer yaklaşım, TTK 376. maddesi kapsamında zarara mahsuben yapılan sermaye azaltımlarında da benimsenmiştir. Söz konusu yaklaşımın yine kanuni dayanağı bulunmamakla birlikte, özelge bazında açıklanan idari görüşe göre zarara mahsuben gerçekleştirilen sermaye azaltımında da öncelik en çok vergilendirilecek unsurlardan başlamak suretiyle belirlenecektir. Ancak, bu durumda ortaklara dağıtılan bir kaynaktan bahsedilemeyeceğinden kar dağıtım stopajı söz konusu olmayacaktır.

Nihayet, çok yakın zamanda RG’de yayımlanan 7420 Sayılı Kanun ile kurumların sermayeye ekledikleri özsermaye kalemlerinin sermaye azaltımına konu edildiği durumda bu kalemlerin sermayeye ilave edilmesinden sonra geçen süreye bağlı olarak farklılaşan esasta vergilendirilmesine ilişkin yasal bir düzenleme getirilmiş ve KVK 32/B maddesi eklenmiştir. Söz konusu düzenlemeye göre;

  • Sermayeye eklenen özsermaye kalemlerinin, sermayeye eklendiği tarihten itibaren 5 tam yıl geçtikten sonra sermaye azaltımına konu edilmesi durumunda, nakdi veya ayni sermaye ile sermayeye eklenen diğer unsurların toplam sermayeye oranlanması suretiyle azaltıma konu edilen tutar içerisindeki sermaye unsurları tespit olunacaktır. (Orantı yöntemi)
     

  • Sermayeye eklenen özsermaye kalemlerinin, sermayeye eklendiği tarihten itibaren 5 tam yıllık süre geçmeden sermaye azaltımına konu edilmesi durumunda, Mali İdarenin yukarıda da yer verdiğimiz öteden beri süregelen görüşü doğrultusunda yani en çok vergilendirilecek sermaye unsurundan başlanmak üzere vergilendirme yapılacaktır.
     

  • Sermayeye eklenen özsermaye kalemlerinin, bir kısmının sermayeye eklendiği tarihten itibaren 5 tam yıllık süre geçmeden, bir kısmının ise sermayeye eklendiği tarihten itibaren 5 tam yıllık süre geçtikten sonra sermaye azaltımına konu edilmesi durumunda, öncelik sermayeye eklenme tarihi 5 tam yıllık süreyi geçmemiş olanlara verilecektir, daha sonra yukarıda da bahsettiğimiz oranlama yapılacaktır.

Geçmiş yıl zararlarının mahsubu suretiyle sermaye azaltımı yapılması durumunda azaltıma konu edilecek sermaye unsurlarındaki sıralama yine yukarıda belirlenen şekilde belirlenecektir. Ancak, ortaklara dağıtılan bir kardan bahsedilemeyeceği için stopaj söz konusu olmayacaktır.

Söz konusu düzenleme ile sermaye azaltımı dolayısıyla vergileme kanuni dayanağa kavuşturulmuştur. Mali İdare’nin süregelen görüşünün belirli şartlar altında orantı yönteminin uygulanması suretiyle mükellef lehine sınırlı da olsa olumlu yönde değiştirilmiş olduğunun da altını çizelim.

İlgili düzenlemenin yürürlük tarihi 9 Kasım 2022 tarihi olup, düzenleme ile ilgili tebliğdeki uygulama konusundaki tereddütlerin giderilmesi beklenmektedir.

Deloitte | Arzu AKÇURA, Director (YMM)