Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla birlikte Soğuk Savaş döneminin sona erdiği ve kapitalizmin alternatifsiz bir sistem olduğu iddia edilerek liberalizmin zaferi ilan edilmişti. Francis Fukuyama bu durumu, “Tarihin Sonu” teziyle açıklıyordu. Ancak dünya ekonomik sisteminde emperyalist işleyiş biçiminin sebep olduğu sürekli krizler ve sosyal adaletsizlikler, bu varsayımın pek de doğru olmadığını ortaya koyuyor. Giderek eşitsizliklerin her alanda derinleştiğini, siyasal, ekonomik ve toplumsal yaşamın sürdürülebilirlik desteklerini kaybettiğini gözlemliyoruz.

Konuyu bölüşüm boyutuyla ilgili Oxfam’ın, Davos Zirvesi öncesi yayımladığı “2024 yılı Küresel Eşitsizlikler Raporu”nu ele alarak irdeleyelim. Rapora göre dünyanın en zengin 26 dolar milyarderi, dünya nüfusunun en yoksul yüzde 50’sini oluşturan 3.8 milyar insanın toplam varlığına eşit bir servete sahip bulunuyor. Raporda, küresel olarak milyarderlere ait servetin yalnızca 2024 yılında bir önceki yıla göre 2 trilyon dolar artarak 15 trilyon dolar seviyesine çıktığı tespit ediliyor. Küresel dolar milyarderlerinin sayısı da 2023’te 2 bin 565’ten 2024’te 2 bin 769’a çıkmış bulunuyor. Türkiye’de ise 2024 yılı içinde 6 yeni dolar milyarderinin ortaya çıktığı ve Türkiye’deki 28 dolar milyarderinin, 2024 yılındaki servetleri 6.9 milyar dolar artarak toplam 55.6 milyar dolar seviyesine çıktığını öğreniyoruz.

Anılan raporda, yaygın kanaatin aksine, milyarderlerin servetinin büyük ölçüde kazanılmadığını, bunun yüzde 60’ının miras, tekelcilik veya yandaş bağlantılarından geldiği tespit ediliyor. Rapora göre Avrupa’daki süper zenginlerin çoğu, servetlerinin bir kısmını daha fakir ülkelerin sömürülmesine borçlu. 2023’te Küresel Kuzey’deki en zengin yüzde 1’lik kesim, Küresel Güney üzerinden saatte 30 milyon dolar kazanç elde ediyor. Küresel Kuzey ülkeleri, dünya nüfusunun yalnızca yüzde 21’ini oluşturmalarına rağmen küresel servetin yüzde 77’sini kontrol ediyorlar.

Öte yandan, Endüstri 4 Devrimi dediğimiz günümüzün dijital dönüşüm sürecinde; teknolojilerin sahiplik durumuna, yarattıkları katma değere ve servetleri daha az elde biriktirme kapasiteleri dikkate alındığında, Küresel Kuzey ülkelerinin kontrol edeceği servetler daha da artacağa benziyor. Dijital teknolojilerde Çin’in rakip olarak ortaya çıkması, giderek yeni bir küresel paylaşım savaşının da işaretlerini veriyor.

KÜRESEL BORÇ KRİZİ

2008 krizinde ve pandemi döneminde, düşük faizli genişlemeci politikalarla küresel borç yükü katlanarak büyüdü. 2024 yılı sonu itibarıyla dünyanın küresel borç yükünün yaklaşık 315 trilyon dolar civarında olduğu ve bunun küresel GSYH’ler toplamının yüzde 327’sine ulaştığı tahmin ediliyor. Küresel borcun geldiği seviye, faiz ve büyüme oranlarına baktığımızda, sürdürülebilirlik açısından dünya ekonomisi kritik bir seviyede duruyor.

Bu borç yükünün yaklaşık üçte ikisi gelişmiş ülkelere ait olsa da gelişmiş ülkeler ekonomik güçleri sayesinde borçlarını sürdürebilirler. Ancak gelişen ekonomiler borç yönetiminde daha büyük zorluklarla karşı karşıya bulunuyor. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler, yüksek CDS primlerinden dolayı, uluslararası finans piyasalarında oluşan faiz oranının, yaklaşık 200 baz puan üzerinde bir faiz oranıyla borçlanabiliyorlar. Bunun anlamı, fakir ülkeler, gelişmiş ülkelere her yıl milli gelirlerinin bir kısmını daha fazla faiz ödeyerek servet aktarıyorlar demektir.

Dünya Bankası verilerine göre, gelişmekte olan ülkelerin ulusal bütçelerinin ortalama olarak neredeyse yarısı, borç ödemelerine gidiyor. Bu oran, eğitim ve sağlık hizmetlerine yaptıkları toplam yatırım harcamalarının çok üzerinde bulunuyor.

TÜRKİYE’DE BÜTÇE SORUNU BÜYÜYOR

Türkiye’de ise kamu borcunun milli gelire oranı çok yüksek olmasa da bütçe kaynaklı sorunlarımız giderek büyüyor. 2024 yılı bütçesi 2 trilyon 106 milyar lira açık verdi, bunun 1 trilyon 270 milyar lirası faiz ödemelerinden kaynaklanıyor. Bu yükün artacağını söyleyebiliriz. Çünkü mevcut ekonomi politikalarıyla enflasyon ve faiz oranları öngörülen seviyelere indirilmesi zor görünüyor. 5 milyon civarında kamu personeli ve 16 milyonu aşan emeklisi ile Türkiye giderek daha fazla personel giderini ve sosyal güvenlik açığını finanse etmek zorunda kalacaktır. Ayrıca, kamu özel işbirliği projelerine verilen garantilerin bütçeye getirdiği yükler de her yıl artmaya devam ediyor. Bunların yanına kamu kaynaklarındaki savurganlığı ve peşkeş çekmeyi de eklersek büyüyen bütçe açıkları ve daha yüksek kamu borç yükü kaçınılmaz olacaktır.

Kaynak: Cumhuriyet | İrfan Hüseyin YILDIZ