6 Şubat 2023 elim depremi sonrası 7440 sayılı Kanun ile başlayıp, 7524 sayılı Kanun’la yurt içi asgari kurumlar vergisi ve küresel asgari kurumlar vergisinin getirilmesiyle devam eden süreçte vergi teşviklerinin adım adım an­lamsızlaştırılmasını izliyoruz. Bu­nun mali teşvik-kriz yönetimi para­digmasıyla çelişip çelişmediği önce­lenmesi gereken bir konu.

Devletlerin, işletmelerin çeşit­li yapılarla vergi muafiyet, istisna ve indirimlerini (kısaca vergi avan­tajlarını) “kötüye kullanarak” daha az ya da hiç vergi ödemeye yönelik davranışlarıyla gerek ulusal ve gerek uluslararası düzlemde mücadele et­meleri tabidir. Üstelik, büyük resim­de “vergi adaletsizliği”ni, işletmeler bağlamında ise “haksız rekabeti” en­gellemek bakımından zorunludur.

Ancak sorun şu: iktisadi nitelikli vergi avantajlarının (/vergi teşvik­lerinin) temel varlık nedeni, kamu yararını sağlamaktır. Her bir vergi avantajı, aynı mali güce sahip diğer vergi mükellefleri kadar değil, onlar­dan daha az vergilendirme anlamına gelir. Bu nedenle, eşitlik ilkesinden sapma yaratırlar. Eşitlik ilkesinden her sapma ise, bir meşruiyet temeli, başka bir deyişle “haklı neden” ge­rektirir. Bu haklı neden ise, çoğun­lukla -sosyal devlet ilkesinden kay­naklanan- kamu yararıdır.

Somutlaştırmak gerekirse; örne­ğin çevre dostu (/yeşil) enerji üre­timine yapılan yatırım sonucu el­de edilen kazançlardan %10 daha az vergi alınması öngörülmüş olsun. Amaç belli: işletmelerin yeşil enerji üretimine yatırım yapmalarını sağ­lamak, böylece hem çevreyi koru­mak hem de enerji maliyetini azalt­mak. En az %15 efektif vergi alaca­ğım dendiğinde, işletmeler böyle bir yatırımı cazip bulmayabilir. Özel sektör yatırım yapmazsa, kamu sek­törü devreye girmek zorunda kalır; yani, devlet KİT’ler üzerinden bu işi yapar, ki bu da toplanan verginin bir kısmının buraya aktarılması anla­mına gelir. En az %15 vergi alacağım derken, yeşil enerji üretimi maliye­tini tamamen üstlenmek gibi bir so­nuç ortaya çıkar. Bu mantıklı mı ve kamu yararına uygun mu?

Küresel asgari kurumlar vergisi nedir?

Küresel asgari kurumlar vergisi, özünde hiç ya da düşük vergi alınma­sı sonucunu doğuran düzenlemele­ri, yani vergi avantajlarını hedef alan bir projedir. Vergi teşviklerini ta­mamen ortadan kaldırmasa bile, et­kisini sınırlamayı amaçlamaktadır. Çünkü, konsolide geliri 750 milyon Avro üzerinde olan çok uluslu bir iş­letmenin faaliyet gösterdiği her ül­kede ayrı ayrı en az %15 efektif vergi ödemek zorundadır. Bu, şu üç kural­la sağlanmaktadır:

1- Nitelikli Yurtiçi Asgari Tamam­layıcı Vergi (Qualified Domestic Minimum Top-Up Tax – QDMTT): Her ülke, grup şirketlerinin kendi sı­nırları içindeki karlarını önce ken­disi % 15’e tamamlayabilir; böylece ek vergi başka ülkelere gitmez.

2- Gelire Dahil Etme Kuralı (Inco­me Inclusion Rule – IIR): Çok uluslu grubun nihai ana şirketi, dü­şük vergilendirilmiş yan/dış iştirak­lerinin karlarını kendi ülkesinde ek vergi (top-up tax) yoluyla % 15’e ta­mamlamakla yükümlüdür.

3- Yetersiz Vergilendirilmiş Kar Kuralı (Undertaxed Profits Rule – UTPR): Eğer IIR uygulanamıyor­sa (örneğin ana şirket düşük vergi­li bir yargı alanındaysa), diğer grup şirketlerinin bulunduğu ülkeler “ge­ri kalanı” telafi edecek ilave vergi ta­lep edebilir.

G-20 ülkelerinin talebiyle OECD tarafından geliştirilen ve kısaca Sü­tun 2 şeklinde isimlendirilen pla­nın GloBE (Global An­ti-Base Erosion Rules ) ayağını oluşturan bu me­kanizma, “sıfıra indirme­se” de teşvik net avantajı­nı %15’e indirerek kısmen kadük bırakmaktadır. Sü­tun 2’nin diğer ayağında ise, ikili vergi anlaşmala­rına yerleştirilecek Kay­nakta Vergiye Tabi Tutma Kuralı (Subject to Tax Rule [STTR]) yer almaktadır.

Hangi ülkelerde uygulanıyor?

GloBE düzenlemeleri, AB’deki 27 üye devletin tamamında 1 Ocak 2024 itibarıyla yürürlüğe girdi, UT­PR ise 1 Ocak 2025’te (Konsey Di­rektifi 2022/2523). Bununla birlik­te Estonya, Letonya, Litvanya, Mal­ta ve Slovakya, Direktif’deki (md.50) istisnayı kullanarak IIR ve UTPR yükümlülüklerini 2030 sonuna ka­dar ertelediler; Slovakya ise yalnız­ca yüzde 15’lik yerel ek vergiyi (QD­MTT) uygulamakta. AB dışına ba­kıldığında, Mayıs 2025 itibarıyla 32 bağımsız yargı alanı en az bir GloBE kuralını (IIR ve/veya QDMTT) yasa­laştırmış durumda. UTPR’yi kabul eden toplam 46 yargı alanının 19’u AB dışında; bunların 10’u AB üyesi olmayan Avrupa ülkeleri, 9’u ise Av­rupa dışı bölgelerde. Türkiye, IIR ve QDMTT’yi 1 Ocak 2024’te, UTPR’yi 1 Ocak 2025’te devreye alarak -AB devletleri, Norveç, Birleşik Krallık ve Japonya ile birlikte- ilk dalgada yer aldı.

Buna karşılık, ABD, Çin ve Hin­distan, GloBE kurallarını henüz iç hukuka aktarmadı. ABD’nin bunu kabul etmesi pek olası görünmüyor; Hindistan gelişmeleri takip ediyor; Çin ise QDMTT’yi getirip getirme­meyi tartışıyor. IMF 2024 verileri­ne göre bu üç ekonomi küresel GS­YİH’nın yaklaşık yüzde 49,4’ünü, DTÖ istatistiklerine göre dünya mal ve hizmet ithalatının yaklaşık yüzde 28’ini gerçekleştiriyor. Bu üç ekono­miye körfez ülkeleri de eklendiğinde bu rakamlar, IMF nominal GSYİH tahminlerine göre yaklaşık %51,6’ya, DTÖ dış-ticaret istatistiklerine göre ise yaklaşık %30,7’ye yükseliyor.

Türkiye acele mi etti?

Türkiye’nin küresel asgari kurum­lar vergisini kabul etmesinin nedeni, “biz almasak başkaları alır” argüma­nıydı. Ancak, kanaatimce mesele­ye sadece bu açıdan bakmamak, ge­nel tabloyu dikkate almak daha doğ­ru olur.

(i) Türkiye merkezli gruplar ba­kımından: Türkiye merkezli yakla­şık 57 çok-uluslu grubun (750 mil­yon € üzeri konsolide ciroya sahip) yurtdışı kazançlarının yüzde 60- 65’i IIR/QDMTT’yi yürürlüğe koy­muş yargı alanlarında olduğu dü­şünülmektedir. Yurt dışında yüzde 15’in altında vergilenen karlar artık Türkiye’de tamamlanacağından, kı­sa vadede bu durum Türk şirketler bakımından mali yük (/nakit çıkışı) anlamına gelmektedir. ABD, Çin ve Hindistan Sütun 2 ‘yi kabul etme­dikçe, Türk şirketleri bu pazarlarda rakiplerine göre fiiilen daha yüksek vergi ödeyeceklerdir, FAVÖK marj­larının 0,4-0,6 puan gerileyebilece­ği tahmin edilmektedir. Buna ek ola­rak, kapsama giren her grubun, ilk üç yılda yılda 1-3 milyon dolarlık IT ve raporlama yatırımı yapması gerek­cektir. Ancak 2026-2027’de pek çok ülke %15 tabanını devreye sokarsa, bu dezavantajın büyük ölçüde ka­panması beklenir.

(ii) Türk Hazinesi bakımın­dan: 7524 sayılı Kanun’un genel ge­rekçesine göre, düşük vergili kazanç farkının yüzde 15’e tamamlanması Türkiye’ye yıllık 40 milyar TL civa­rında yerel ek vergi (QDMTT) geliri sağlayacaktır. Buna, Türk çok-uluslu grupların yurt dışı iştirak kârlarının yine Türkiye’de yüzde 15’e tamam­lanmasından doğacak 15-20 milyar TL de eklenmesi beklenmektedir. OECD’nin GloBE simülasyonları da bunu doğrulamakta ve Türkiye’nin en az GSYH’nin yüzde 0,05’i kadar (yaklaşık 17 milyar TL) ek vergi ge­liri elde edeceği öngörülmektedir. Türkiye küresel asgari vergiyi erte­leme yolunu seçseydi, bu miktarın 2025 itibarıyla IIR rejimi uygulayan Almanya, Fransa veya Japonya gibi ülkelerce UTPR yoluyla alınacağı ve Türkiye’nin bu geliri tamamen kay­bedeceği ifade edilmektedir.

(iii) Türkiye’de faaliyet gös­teren yabancı gruplar bakımın­dan: Türkiye’de toplam 250-300 büyüklükte grubun yaklaşık dört­te üçü (Almanya, Fransa, Hollan­da, B.K. gibi) küresel asgari vergiyi yürürlüğe koymuş ülkelerden gel­mektedir. ABD, Çin ve Hindistan merkezli şirketler, Türkiye’deki bü­yük yabancı grupların sayısal ola­rak %20-25’ini oluşturmakla birlik­te, ciro ve kar bakımından özellikle ABD merkezli olan şirketlerin ener­ji, e-ticaret ve teknoloji sektörlerin­de hacimleri geniş, etkileri sayıla­rından yüksektir.

Yabancı grubların çoğu %25 ku­rumlar vergisi ödese de, bazılarının efektif vergi oranı Teknopark ve­ya Serbest Bölge rejimleri sayesin­de %5’in altına inmektedir. Arada­ki fark, artık QDMTT ile Türkiye’de kalacaktır. Ancak bu, IMF’nin kü­resel %4 senaryosuna göre, Türki­ye’nin doğrudan yabancı yatırımın­da yıllık yaklaşık 400 milyon dolar­lık bir gerileme riski yaratmaktadır. Yeşil enerji gibi uzun vadeli teşvikli projelerin geri dönüş süresi ise 1,5-2 yıl uzamaktadır.

Sonuç

Küresel asgari vergi ile ilgili ço­ğu analiz, pek çok ülkenin 2026- 2027’de bunu kabul edeceği şeklinde iyimser bir tahmine dayanmaktadır. Bu bağlamda, Türkiye bakımından vergi gelirinin içeride kalacağı ve AB ile tam uyum sağlandığı hususları öne çıkartılmaktadır.

Ancak, ABD, Çin, Hindistan ve Körfez’in bir bölümü 2026-27’de de küresel asgari vergiyi kabul etmez­lerse, dünyanın vergi haritası kalıcı biçimde “iki kutuplu” görünüm ala­caktır. Büyük Pazar olan bu üç ülke adeta “vergisiz liman” olacak; Tür­kiye ve AB vergi farkını sadece ken­di toprakları için kapatacaklardır. Türkiye merkezli grupların vergi yü­kü kalıcı şekilde artacak ve yatırımın geri dönüş süresi uzayacaktır, yatı­rımların başka ülkelere kaydırılması düşünülebilecektir. Kendi ülkesinde küresel asgari vergi uygulanılmayan çok uluslu şirketler bakımından ise Türkiye pahalı bir üretim lokasyo­nu olacaktır. Nihayet, küresel asga­ri vergiyi ugyulayan ülkelerle uyu­gulamayan ülkeler arasındaki geri­lim ve karşılıklı mali tedbirler, tüm dünyada işletmeler için ek belirsiz­liklere yol açacaktır. Bu nedenle, her türlü senaryoyu dikkate alarak, mad­de-ve-işgücü istisnası (SBIE) oran­larının üst sınıra çekilmesi, deprem bölgesi ile yeşil dönüşüm projeleri­ne geçici “safe-harbour” uygulanma­sı, vergi teşvikleri yerine doğrudan nakit destek verilmesi gibi önlem­lerin biran önce yaşama geçirilmesi önemlidir. Aksi takdirde bugün ka­zanılan bütçe artısı, orta vadede ya­tırım ve istihdam kaybıyla eriyebilir; o zaman gerçekten “acele etmişiz” demekten kaçınmak zorlaşır.

Kaynak: Dünya | Avukat Prof. Dr. Funda BAŞARAN YAVAŞLAR