Prof. Dr. Ali HEPŞEN'in yazısı:
Konut piyasasında uzun zamandır hissettiğimiz bir gerçeği, geçen hafta önüme gelen iki ayrı veri tekrar hatırlattı. İlki, Amerikan Ulusal Emlakçılar Odası tarafından yayımlanan ve konut sahipliğinde kuşak atlandığını gösteren bir veri: ABD’de 1992’de ilk kez ev sahibi olan Amerikalıların medyan yaşı 28 iken, bugün 40’a dayanmış durumda.
İkincisi ise Eurostat’ın gençlerin aile evinden ayrılma yaşını gösteren çalışması: Avrupa’da gençler ortalama 26,2 yaşında bağımsız yaşamaya geçiyor. Dolayısıyla her iki veri de bağımsız bir yaşam kurmanın eşiği hızla yükseldiğini bize gösteriyor.
Peki bu bizim için ne ifade ediyor?
Türkiye’nin gerçeği Avrupa’dan da sert, Amerika’dan da kırılgan aslında. Ev fiyatlarının ulaştığı seviye, kredi limitlerinin Ağustos 2023’ten bu yana daralan yapısını koruması ve faizlerin hâlâ yüksek bir bantta sıkışması, genç yetişkinleri doğal olarak konut piyasasının dışına itiyor. Diğer taraftan, gözden kaçan çok önemli bir rapor daha durumu net ortaya koyuyor. KONUTDER’in Aralık 2024’te yaptığı saha çalışmasında araştırmaya katılan 1.069 kişinin ortalama yaşı 35,2. Yoğunluk ise tam 24–39 yaş arasında. Bu kitle ne düşünüyor? Verilere baktığımızda, tablo hem çarpıcı hem de oldukça tutarlı. Katılımcıların %87,4’ü, tüm koşullar uygun olursa ev sahibi olmak istiyor. Dahası gençlerde bu istek beş yıl öncesine göre artmış; beş yıl önce 4. sırada olan “ev sahibi olma isteği” bugün 2. sıraya yükselmiş durumda. Yani genç, “ev almak istiyorum” demekten vazgeçmiş değil; ama “bugün alamam” gerçeğiyle baş başa.
İşte tam da bu nedenle mesele mülkiyet arzusunun zayıflaması değil ki, sorun erişimin gecikmesi. Ve gecikme yalnızca birkaç yıl değil; neredeyse bir kuşak. Türkiye’de mülkiyetin 40’lı yaşlarda gerçekleşmesi artık istisna değil; yeni normal. Çünkü mevcut ekonomik koşullarda düşünüldüğünde peşinatı biriktirmek, gelirini kredi taksitine uygun seviyeye taşımak, fiyat-kredi-faiz üçgeninde sıkışmadan bir adım atabilmek ancak bu yaşlarda mümkün hâle geliyor.
Bu gerçeklik bizi çok daha kritik bir soruya getiriyor: Eğer mülkiyet 40’lara sarktıysa, 25–40 yaş arasındaki milyonlarca insan nerede barınacak?
Avrupa ile Türkiye arasındaki fark burada daha da belirginleşiyor. Avrupa’da gençler ortalama 26 yaşında aile evinden ayrılıyor. Bizde ise üniversite öğrencilerinin bile %66,7’si hâlâ ailesiyle yaşıyor; yalnız başına kirada kalanların oranı sadece %9. Ve bu durum yalnızca öğrencilerle sınırlı değil. Konut fiyatlarının seviyesi, kira piyasasındaki oynaklık ve gelirlerin satın alma gücü, genç yetişkinleri uzun süreli bağımlı yaşama itiyor.
KONUTDER verileri, barınma kaygısının da giderek derinleştiğini gösteriyor. Katılımcıların üçte biri, gelecekte ciddi bir barınma sorunu yaşayabileceğini düşünüyor. Bu oran, konut meselesinin artık yalnızca ekonomik bir tartışma değil, sosyal bir risk alanı olduğunu gösteriyor. Çünkü gençler bağımsızlaşamadıkça, iş gücü mobilitesi de bağımsızlaşamıyor; şehir ekonomileri yavaşlıyor; hane kurma yaşı öteleniyor; toplumsal motivasyon zedeleniyor. Diğer yandan gençlerin tasarruf eğilimi hâlâ güçlü. Çalışma, gençlerin önemli bir kısmının uygun fırsat olursa tasarruf yapmaya, hatta gerekirse aracını satarak bile konut edinme sürecine katılmaya istekli olduğunu gösteriyor. Ancak motivasyonun önünde duran bariyer çok net: mevcut gelir düzeyleri ile fiyat seviyeleri arasındaki uçurum.
Katılımcıların çoğu gelirinin üçte birini konut kredisine ayırabileceğini söylüyor ama bugünkü faizlerde bu oran bile yetmiyor. Tam da bu nedenle, artık konut politikasında ezber değiştirmek zorundayız: Bugün Türkiye’nin asıl meselesi mülkiyet değil; barınma geçişidir. Yani bir bireyin 20’li yaşlardan 40’larına uzanan yolculuğunda, ona güvenli, erişilebilir ve öngörülebilir bir barınma yapısı sunabilmek için daha fazla düşünmeli ve alternatifler yaratmalıyız.
Bu yapı nasıl olmalı? Elbette bunun tek bir cevabı yok. Ama üç yönelim giderek daha belirginleşiyor:
Birincisi, genç yetişkinlere yönelik esnek kiralama modelleri… Çünkü genç ve bekar grupların en çok ihtiyaç duyduğu şey “bağımsız ama erişilebilir” yaşam seçenekleri. KONUTDER’in çalışması da tam bunu söylüyor. İkincisi, tasarrufu teşvik eden ara modeller… Mülkiyete giden yolu tamamen kapatmayan, ama süreci 15 yıl boyunca ertelenmiş bir belirsizlik hâline de getirmeyen çözümler. Önce arsa pay sahipliği, sonrasında konutun maliyetine ortak olma; aşamalı konut sahipliği vb. gibi… Üçüncüsü, kiralık konut üretimini artırmak…
Bu artık sosyal politika değil, makroekonomik istikrar politikasıdır. Kiralık konut üretmeyen bir ülkede gençlerin barınma sorunu kaçınılmaz olarak büyür ve bu büyümenin maliyeti yalnızca konut sektörüyle sınırlı kalmaz. Bu noktada TOKİ’nin kiralık konut üretim sürecine ilk kez eğiliyor olması ise önemli… Ve eğer konut sahiplik yaşı 40’lara ertelendiyse, 25–40 yaş arasındaki dönemi “boşluk” olmaktan çıkarıp “güvenceli bir barınma evresi” hâline getirmek zorundayız. Çünkü bu kuşak yalnızca bugünün gençliği değil; geleceğin yetişkin nüfusu, iş gücü, şehir dinamiği ve ekonomik omurgası.
Prof. Dr. Ali HEPŞEN-Dünya





