Bunun temeli de işçinin iş güvencesine sahip olduğu bir durumda bu güvenceyi göz ardı ederek anlaşma ile iş ilişkisinin sona ermesinin hayatın olağan akışına aykırı olması. Hukuk dilinde ‘ikale’ olarak geçen bu sözleşmeler de bütün sözleşmelerde olduğu gibi ancak tarafların iradelerinin uygun olmasıyla kurulabilir. Bunun anlamı günümüzde çok karşılaştığımız gibi işverenin sözleşmeyi imzalaması aksi takdirde kendisine iftira atıp haklarını hiç vermeden işten çıkaracağına ilişkin tehdidine karşı işçinin bu sözleşmeyi imzalamak zorunda kalmasının hiçbir anlam ifade etmeyeceğidir. Burada çalışanın özgürce karar verdiği bir durum olmadığından yapılan sözleşme de geçersizdir. Çalışanlar yine de dava açıp haklarını isteyebilirler.
Bu durumda sözleşmeye rağmen yapılan işverenin feshi olarak kabul edilir ve çalışan bütün haklarını alabilir. Akla bunun ispatının ne kadar zor olduğu sorusu gelebilir fakat Yargıtay işverenin baskısına ve tehdidine ilişkin şüphe olması halinde işçi lehine değerlendirme yapılması gerektiğini söylüyor.
Sonuçları bilinmeli
Yargımız çalışanın herhangi bir baskı altında olmadan kendi isteğiyle imzaladığı sözleşmeleri de yeterli bulmuyor. Çalışanın ikale sözleşmesinin sonuçları hakkında bilgilendirilmesini ve sözleşme içeriğinin çalışanın haklarını ihlal etmemesini arıyor. Bilgilendirmede bu sözleşme sonucu işçinin kaybedebileceği hukuki olanaklara ilişkin açıklamanın yapılmasını istiyor. Örneğin bu sözleşmeyi imzalamakla işe iade davası açamayacağı, işsizlik sigortasından yararlanamayacağı gibi hususlarda çalışanın açıkça bilgilendirilmesi gerekiyor. Yargıtay’a göre, “Bozma sözleşmesi yoluyla iş sözleşmesi sona eren işçi, iş güvencesinden yoksun kaldığı gibi, kural olarak feshe bağlı haklar olan ihbar ve kıdem tazminatlarına da hak kazanamayacaktır. Yine 4447 sayılı Yasa kapsamında işsizlik sigortasından da yararlanamayacaktır. Bütün bu hususlar, iş hukukunda hâkim olan ibranamenin dar yorumu ilkesi gibi, hatta daha da ötesinde, ikale sözleşmesinin geçerliliği noktasında işçi lehine değerlendirmenin gerekliliğini ortaya koymaktadır.”
Yargı çalışanın elde edebileceği hakların ihlal edilmemesini ise sözleşmenin sona ermesinden önceki durumları inceleyerek o durumların sonucu fesih olsaydı çalışanın haklarının ne olacağına göre tespit ediyor. Çalışanın haklarının, yaptığı tespite yakın veya daha fazla ödenmiş olması halinde sözleşmenin sonuç doğuracağını ifade ediyor. Makul yarar diye ifade ettiği bu yararlarda olayın ağırlığına bakıyor. Örneğin çalışan kendisi ayrılma talebini iletmiş, başka bir işe geçecek ve çalışana ihbar ve kıdem tazminatları tutarında ya da duruma göre sadece kıdem tazminatı tutarında bir ödemenin yapılması yeterli olabiliyor. İşçi kıdem tazminatına hak kazanacak durumda değilse kıdem tazminatına dahi gerek olmuyor. İkale imzalama talebi işverenden geldiyse, kıdem ve ihbar tazminatına ek bir makul yararın sağlanması da genellikle aranıyor.
Makul yarar ne kadar?
İkale sözleşmesinde kararlaştırılması gereken makul yarar, işçinin iş güvencesi kapsamında olup olmamasına göre de değişiyor. En az 30 işçinin çalıştığı işyerlerinde altı aydan daha fazla süredir çalışan ve üst düzey işveren vekili olmayan çalışanlar iş güvencesinin kapsamında. Bu çalışanın sözleşmesinin feshi halinde elde edebileceği tutarlar daha yüksek olduğundan ikale sözleşmesinde kendisine sağlanan yararın da o oranda yüksek olması aranıyor. Geçerli fesih nedenlerinin doğmaması halinde ise daha hassas bir değerlendirme yapılmakta iş güvencesi kurallarının dolanılarak kanuna karşı hile yapılması önlenmektedir. Çünkü iş güvencesiyle getirilen sistemde işçi sadece parasal kayıplara uğramamakta sosyal güvenlik haklarına ilişkin de kayıpları olmaktadır. Bunun yanında iş güvencesi sisteminde kayba uğrayan sadece işçi de olmayıp devlet de hem vergisel hem de sigorta primi bağlamında kayba uğramaktadır.
Milliyet | Cem KILIÇ