Kurtuluş Savaşı’na bütün Anadolu’yu örgütleyerek başlayan Mustafa Kemal Atatürk, zaferden hemen sonra, daha Lozan Barış Anlaşması imzalanmamış ve Cumhuriyet ilan edilmemişken İzmir İktisat Kongresi’ni (17 Şubat- 4 Mart 1923) topluyor. Kongreye katılan her kesimden 1135 delege, iki hafta boyunca, Türkiye’nin harap olmuş ekonomisinin kendi ayakları üzerinde nasıl kalkınabileceğini tartışıyorlar. Çünkü Cumhuriyeti kuran kadrolar, ekonomik bağımsızlık sağlanamadan, siyasi ve askeri zaferlerin sürekli olamayacağının bilinci içindeydiler.
Bu kongrede Türkiye milli iktisat politikasını benimseyerek; milli burjuvazinin yaratılması, tarımın güçlendirilmesi ve “özel sektörün öncülüğünde serbest piyasa ekonomisi” tercihlerinde bulunuluyor. Ancak bu kararın bir yandan da devam etmekte olan Lozan barış görüşmelerine katılan İtilaf Devletleri’ne, Türkiye’nin Sovyetler Birliği’ndeki ideolojiye yakın durmayacağına ilişkin bir mesaj olduğu da anlaşılıyor. Nitekim daha sonraları, özel sektörün yetersiz kaldığı görülünce; ekonomi politikası, devletin öncülüğünde planlamaya dayalı korumacı ve kalkınmacı karma bir modele evriliyor. Özel sektör ve devlet sanayisi biri birini tamamlayacak şekilde tasarlanıyor. Özellikle 1930-1939 yılları arasında Türkiye ekonomisi, devlet kanalıyla milli sanayileşmesinde önemli aşamalar kaydediyor.
NEOLİBERAL POLİTİKALAR DÖNEMİ VE KRİZLERİ
Şimdi yüz yıl sonra Türkiye ekonomisi yine büyük bir çıkmazın eşiğinde ve İzmir İktisat Kongresi’ne atıfla İzmir’de “İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi” düzenleniyor. Elbette Türkiye bugün içeride ve dışarıda farklı koşullar altında bulunuyor. 24 Ocak 1980 kararlarıyla yürürlüğe konulan neoliberal ekonomi politikalarla KİT’lerin özelleştirilmesi başlatılmış, özel sektörün önündeki engeller kaldırılmış, devletin ekonomideki rolünün azaltılması hedeflenmiştir. Küresel ekonomiyle entegrasyona gidilerek, sermaye hareketleri ve dış ticaret serbestleştirilmiştir. Ücretlerin baskılanması gibi bütün kamusal mal ve hizmetler, çıkar ve maliyet temelinde piyasalaştırılmıştır. Bunun içindir ki neoliberal bakış açısıyla, ekonomide insanı odağa almak, etik ilkelere göre sürdürülebilir, sosyal dengeleri olan bir kalkınmayı sağlamak pek mümkün değildir...
Nitekim neoliberal politikalar eşliğinde büyüyen finansal kapitalizmin spekülatif karakterinin, sürekli krizler ürettiği görülüyor. 2008’de ABD’de başlayan Mortgage krizini, 1997 Asya krizini, Türkiye’deki 2001 krizini örnek olarak verebiliriz. Uluslararası Finans Enstitüsü’nün (IIF) yayımladığı rapora göre, 2021 yılında küresel borç tutarı 303 trilyon dolara ulaşarak dünya GSYH’nin toplamının 3 katını aşmış bulunuyor. Bugünlerde ABD bankacılık sisteminde ortaya çıkan iflasların altında yine bu büyük borçlanmaların yaratığı sorunlar bulunuyor.
TÜRKİYE EKONOMİSİ BÜYÜK ENKAZ ALTINDA
Türkiye ekonomisinin ise gelişmiş ülkelerden daha fazla kriz üretecek zayıf yönleri bulunuyor. Bunların birkaçına değinerek yazımı tamamlamak istiyorum. Birincisi, ürettiğimizden fazla borçlanarak tüketiyoruz. Dolayısıyla sürekli borç yükü artan ve dışarıya bağımlı bir ekonomiye dönüşmüş durumdayız. İkincisi, yüksek katma değerli teknolojik ürünler üretemediğimiz için uluslararası rekabet gücümüz düşük, neredeyse ihraç ettiğimizin iki katı ithalat yapıyoruz. Bu nedenle, giderek kötüleşen ödemeler dengesiyle dışarıya sürekli kaynak aktarmaya devam ediyoruz. Üçüncüsü, üretebilmek için dışarıya bağımlı olmanın ötesinde ekonomiyi daha çok rant temelli kurguladığımız için merkeze alınan emlak spekülasyonunun ve fiyat şişkinliklerinin gelecekte Türkiye’nin başına bela olacağı görülüyor. Dördüncüsü, kötü, liyakatsiz ve nepotizm temelli yönetim anlayışı yüzünden bütçe açıkları giderek büyüyor. Son olarak, bilinçli olarak yaratılan yüksek enflasyonun gelir dağılımını bozduğu, sabit gelirlileri ve emekçileri sürekli yoksullaştırdığı ve geniş halk kesimlerini açlık sınırının altında yaşamaya mahkûm ettiğini görüyoruz.
Bütün bu ekonomik sorunlar, siyasal, kurumsal, hukuksal ve demokratik açıklarımızla birleştiğinde oluşan büyük enkazı kaldırmak hiçte kolay görünmüyor. “İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi”nde, akademisyenlerin, siyasetçilerin, iş insanlarının, profesyonellerin ve STK’lerin yaptığı ortak akıl çalışmasından, bu enkazı kaldırmak için ülkenin ve yurttaşların genel yararı için, neoliberalizmin tuzaklarına düşmeden akılcı çözümler üretmesini bekliyoruz...