Bugün kızım Nilüfer’in doğum günü. Ben onu kıdım kıdım, kınalı da kıdım diye çağırıyordum küçükken. Onun da çok ama çok hoşuna gidiyordu. Bugün doğum günü ya, birden bire anılar, anılar, anılar gözümün önüne geldi, kulağımda çınlamaya başladı.

Yıllardan 1980, günlerden 11 Ekim. Oğlum  Burak da henüz 5 yaşında. Haşarı mı haşarı, yerinde duramayan bir tip. Teknoloji hastası. O yaşlarda bir gün Saim Uslu’nun bilgisayar firmasına gitmiştik Burakla, 5 dakika sonra bütün bilgisayarların kabloları yerinden oynamış ve ekranlar kilitlenmişti, öyle bir yaramazdı.

Tabii 1980 yılının bu günlerinde yani 11.Ekim günü Burak biraz daha yaramazlaşmıştı. Çünkü o da bir kardeş geleceğini ve pabucunun dama atılacağının farkında idi. Akşam üstü eve geldim. Doğum sancıları sıklaşmaya başlamıştı. Hadi hastaneye gidelim dedim. Ama gerek eşim ve gerekse komşular, hele hele Fatma abla, hayır diyorlar. Gayet rahat bir şekilde evde doğum olur, olacak da diyorlar. Eh ne yapalım evde kadınların sözü geçiyor. Zaten kim diyorsa Türkiye Erkek egemen bir devlet, pederşahi bir halkı var, inanmayın.  Türkiye anaerkil bir toplum bundan emin olun.

Bu sırada iş yerinden bir haber de gelmişti. İstanbul’dan uçakla bir zarf gelmiş. Yunuseli’ndeki hava alanında, Sönmez’in uçağında imiş ve Erdoğan kaptan beni veya bir yetkiliyi bekliyormuş. Bizim de evden ayrılmamız lazım ama gel de oğlanı götür. Başka zaman evde durmamak için uğraşan oğlum, havanın farkında ve evden ayrılmak istemiyor.

Bak oğlum, bizi hava alanında bekliyorlar. Uçağa da bineceğiz diyorum ama Nuuuh diyor, peygamber demiyor. Gelmem de gelmem. Sonunda çok uzun uğraşlardan sonra oğlumu ikna ettik. Hava alanına yola çıktık. Hava alanına geldik. Uçak ortada. Erdoğan kaptan yok. Allah Allah, acaba gitti mi diyoruz ki, Erdoğan kaptan çıktı.

Evrak uçakta, sizi bekliyordum dedi. Uçak kilitli. Yanına geldik. Eğildi ve uçağın iniş takımlarının arasına elini soktu. Bir anahtar çıkardı ve uçağı açtı. Hani, bizler bazan yaparız ya, anahtarı kapının girişinde soldaki girintinin içine, paspasın altına veya kirişin üstüne, yahut bahçedeki ağacın üstüne koyarız gibi Uçağın anahtarı iniş takımlarının arasında. Oğlum dahil, üçümüz de güldük.

Anahtarla uçak açıldı, evrakları aldık. Oğlum bu arada uçağa bindi, biraz dolaştı. Kaptan da biliyor, doğum olacağını ve çocuğu oyalamak için getirdiğimi. Biraz daha oyalandık ve veda ederek hava alanından ayrıldık. Eve geldik. Herkes kapının önünde, müjdeler vermek için önümüze atılıyorlar. Tabii Burak (oğlum) hemen bebeğin yanına gitti. Aaa kardeşi ona hediyeler getirmiş. Ama bütün ilgi yeni doğan bebekte. Yani Kıdım kıdım, kınalı da kıdımda. Tabii biraz sonra oğlumda somurtuk bir surat ve artan bir yaramazlık.

Kızım Nilüfer, kazasız belasız, sağlıklı bir şekilde doğmuştu. Eşim de gayet iyi idi. Konu komşu tebrikler ediyordu. Doğduğu anda saçları var mıydı, kınalı mıydı hatırlamıyorum. Sağlıklı bir doğum, sağlıklı bir kız, eşim de gayet iyi ve sağlıklı. Allahtan başka ne isteriz ki?

Kızımla ilgili bir iki de anı yazayım da yazıma son vereyim.

Gerek kızımın ve gerekse oğlumun saçları kırmızıya çalıyor. Nereden geldiğini sorarsanız söyleyeyim. Anneannem Çerkes benim. Çerkeslerin bir kısmı da böyle kızılımsı saçlı veya benim deyimimle kınalı olur.

Kırmızı saçlı çilli, çok zayıf ve arkadaşlarına göre çok uzun boylu bir kız. Gelelim anekdotlara.

Kızıl saçlı kızı oyuna almayız ancak şu merdivenlerden atlarsa alırız demiş kızlar Gönen'de. Bir de baktık, kızım ikinci kattaki merdivenden zemine atlamış, neyse bir şey olmamış ama oyuna almışlar, hafifçe burnu kanamış. Çocuklar bize haber verdiler, inanamadık.      Antalya’da dolaşıyoruz. Oğlum ve kızım biraz büyümüş. Saçlar kızıl. O sırada Rus akını yeni başlamış. Bütün satıcılar etrafımızda. Bu arada ben ve eşim de Avrupai bir tipiz. Konuşuyorlar, arada da malum Türkçe laflar konuşuyorlar. Biraz durduk, önce biraz İngilazca falan konuştuk, derken Türkçe konuşmaya başlayınca bütün satıcılar kaçtılar.     

Bir gün, kızım 12-13 yaşında iken. Kendi yaşında bir kız, bir arkadaşımın kızı geldi. Amca sen ne yaptın da bu Nilüfer bu kadar uzun boylu diye sordu. Aaa sırrını vereyim dedim. Her sabah kalktığında ayaklarına su döküyorum dedim. Kızcağız inandı. Bir müddet sonra arkadaşım, yahu Cevdet ne yaptın sen, kızım her sabah beni kaldırıyor, baba ayaklarıma su dök diyor demişti.

Nilüferle veya genel olarak çocuklarla ilgili anılar biter mi ama burada bitirelim diyorum.

LifeBursa | Cevdet AKÇAKOCA